* Kur’an’da ruh kelimesi, vahiy ve vahiy meleği anlamlarında
kullanılmıştır. Bu yazıda ruh kelimesini “can sahibi olmak” anlamında
kullandım.
YARATICIN
TESADÜF MÜ, YOKSA ALLAH MI? ÇOK TANRICILIK İDDİASINA ELEŞTİRİ:
Evreni
kim inşa etti sorusu önemli bir sorudur. Çünkü cevabı bizim yaratıcımızın kim
olduğunu belirtir. Yaratıcımızın ne olduğuna inanıyor oluşumuz ise, tüm hayatı
yaşayış ve algılayış biçimimize yansıyan bir olgu. Evreni kimin/neyin inşa
ettiği sorusuna verilebilecek cevaplar çok fazla değil. 1) Tek Tanrı 2)
Tesadüf/Zaman 3) Tanrılar (Çok Tanrı) …
Seçeneklerimiz
bunlar. Zaman ve mekanın olmadığı bir yerde, henüz zaman meydana gelmemişken,
zamanın bir şeyleri başlattığı iddiası yerle bir oluyor. (Zaman yok ki bir
şeyleri zaman başlatmış olsun…) Bugün fiziğin ışığında biliyoruz ki tüm Evren,
büyük patlama ile meydana geldi ve büyük patlamanın hemen öncesinde zamanın
kendisi yoktu…Aslında zamanın ve maddenin olmadığı bir yerde, tesadüfün de
kendi başına olamaması ve bir şeyleri başlatamayacağını düşünmemiz de mümkün.
Zira tesadüflerin gerçekleşmesi de (bizim tesadüf olarak algıladığımız olaylar)
belli materyallerin çakışması ile mümkün oluyor. Oysa büyük patlamadan önce, ne
zaman vardı, ne de tesadüf, ne de tesadüfü oluşturabilecek materyaller… Hiçbiri
yoktu. Bu 2. seçenekten başka, 3.bir seçenek olan çok tanrının var olduğu
iddiasına ise şunu söylememiz gerekir: Tanrı tanımı gereği, eğer sonsuz kudret
gücünde olacaksa, kudretinin her bir noktaya ulaşıyor olması gerekir. Tanrının
kudret noktası, başka bir Tanrının kudret noktası ile çatışırsa, biz bu durumda
“kudreti eksik” tanrıların varlığını iddia ediyor olmuş oluruz. (2 Tanrı
birbirine karşı mücadele edecekse, eşit güçteler ise kudretleri çatışır
mücadele halinde olurlar, biri galip gelirse kudreti en fazla olan O’dur, 2 Tanrı birbirleri ile
anlaşıp birbirlerine bulaşmazlarsa "kendi alanları" olur yani Tanrı
sınırlı/alansal olur) Oysa
Tanrının TAM BİR TANRI olabilmesi için, zirvede, güçlü ve tek olması
gerekmektedir, zira TANRI her şeyi yapabilecek güçte, sonsuz kudret gücüne
sahip olmalıdır, eğer ki TANRI olarak tanımlanacaksa… Ayrıca, haşa, çok
tanrının var olduğunu iddia edeceksek bile, kısa bir mantıkla “bizi kim”
yarattıysa, tanrımız da O’dur. Ve bir de, başka tanrıların başka evrenler ve
kullar yarattığı iddiası da, tanrılara -birbirleri ile çatışabilecekleri kudret
duvarları- verdiğinden (örneğin başka bir tanrı diğer tanrının yarattığı evrene
müdahale edebilir), bu iddia aslında tanrının mekansal bir varlık olduğu
fikrini de doğuruyor. (Mekansal= Sınırlı Bir Alana hakim) Oysa TANRI tanımı
gereği TANRI olacaksa, mekansız/sınırsız olmalıdır. Zira ancak mekansız bir
tanrı TASARIMLANAMAZ. İlk baştaki büyük patlamayı kim/ne yarattıysa, devamında
oluşan tüm gerçekliği de o yaratmıştır. Bu yüzden birden fazla tanrının bu
evreni yarattığı fikri de eleniyor. Görüldüğü
üzere, evreni kim yarattı sorusuna vereceğimiz cevap, bizim tanrımızın(yaratıcımızın)
kim olduğu sorusunu cevaplıyor aslında. Tesadüf mü? Tanrı mı? Seç…(Yokluktan
bir şeyler tesadüfle çıkamaz, bunu da materyalin ve zamanın olmadığı anda
oluşumun başladığı gerçeği ile açıkladık…)
ÖLÜYÜ
DİRİLTEN GÜÇ: TANRI
Bu
yazıda benim değinmek istediğim ilginç noktalardan biri de, cansız bir varlığın
CAN sahibi oluşu…Düşünün, bir madde var, ruhsuz, canı olmayan…
Görünmeyen(soyut), algılanan bir kavramdır canlılık. Bir maddi oluşuma “yaşıyor” dedirtir.
Görünmeyen(soyut), algılanan bir kavramdır canlılık. Bir maddi oluşuma “yaşıyor” dedirtir.
Şimdi
düşünün, bizi meydana getiren atomları, elementleri elinize aldığınızı…
Maddeleri bir araya getirdiğimizi, hatta sıfırdan (elimizdeki bu atomları
materyalleri kullanarak, zira yoktan var edemeyiz, çünkü termodinamik
yasalarınca evrenimizde hiçbir şey yoktan var edilemez ama başlangıcında yoktan
oluşmuştur), çok yüksek güçteki makinelerle bir insan yaptığımızı düşünün.
Maddesi ile, hücreleri ile, organları ile, damarları ile, yüzü ile bir insan
ürettiğimizi düşünün. Evet, yani, ölü bir insan yapmış olduğumuzu! Peki bu ölü
insana HAYAT/CAN verebilir miyiz? Bu, kanın kalp tarafından pompalamasından
daha kapsamlı bir durum…Çünkü ona bir “bilinç” vermekten “irade” vermekten
“algı/düşünce” gücü vermekten bahsediyorum…Bunu o canlının kendi iradesi ile
yapabilmesi için hiçbir makine tarafından komut almaması gerekiyor, yani kendi
kendine oluşması gerekiyor, aynı koca kainatın yoktan bir anda, birden bire,
hiçbir şeysiz, hiçbir şey yokken (zaman, mekan, atom, materyal yokken) oluşması
gibi.
Gerçekten insan üzerinden öyle
uzun bir süre gelip geçti ki o anılmaya değer bir şey bile değildi. (İnsan
Suresi, 1.ayet)
Bir ölü iken dirilttiğimiz
kimse…(Enam Suresi, 122.ayet)
Şuursuz
maddeler, şuur buldu.
Dışarıda cansız olan her şey bir araya geldiğinde, can sahibi bir bütünün parçası oldular.
Zihnin var oldu.
Düşündün.
Bundan önce, kimse değildin.
Benlik sahibi değildin.
Düşünebilen, hisseden, gören, duyan değildin.
Et, yağ, kan içinde; duygusu düşüncesi olan bir benlik sahibi değildin henüz.
Dışarıda cansız olan her şey bir araya geldiğinde, can sahibi bir bütünün parçası oldular.
Zihnin var oldu.
Düşündün.
Bundan önce, kimse değildin.
Benlik sahibi değildin.
Düşünebilen, hisseden, gören, duyan değildin.
Et, yağ, kan içinde; duygusu düşüncesi olan bir benlik sahibi değildin henüz.
BÜTÜN
YARATILMIŞLAR, YASALAR, TÜM KAİNAT BİRBİRİYLE UYUM İÇİNDEDİR:
Şuursuz,
akli hiçbir yetisi olmayan maddelerin nasıl da bir sürü farklı konuda organize
olabilmelerine girmiyorum bile. Rastgele, tesadüf eseri mi? Bilinçli bir
komutla mı? Oysa ortada bir organizasyon varsa bu ancak bilinçli bir şekilde
yapılan işin varlığını gösterir (estetiğin tasarıma işaret etmesi gibi…)
Örneğin bizler, atomun parçacıklarının hareketini 10 insan bir araya gelsek,
taklit bile edemeyiz. Atomlar
bir araya gelip hücre oldu. Başta bir sürü aynı hücrelerden ibarettik anne
rahminde. Farklılaşmaya başladılar. Sinir hücresi, kemik hücresi, kan hücresi,
deri hücresi. Her biri için kendine has özellikler, ortamlar oluştu. Ayrı ayrı
oluşlar oluştu vücudunda, birleşti, birbiriyle uyuştu. Tüm kainatta olduğu
gibi. Kan basıncın, atmosfer basıncıyla uyuştu. Güneş, bitkilerle. Daha anne
karnındayken, gözün oluşması için yüzündeki bir yerde çukurlar oluştu.
Var
olan her şey birbiriyle uyuştu, ya da birbiriyle uyuşacak şekilde oluştu. Her
şeyin, yasaların, kainatın, maddelerin oluştuğunda birbiriyle tam anlamda
uyumunu sağlayacak şekilde gelişti olaylar.
Tesadüf
kelimesi ile anlatalım bakalım olayı…
Beyin rastgele beyin (detaylı bir yapı) oldu. Sonra, ”Ben düşüneyim o zaman” mı dedi? Yoksa zaten düşünme amacıyla mı beyin olmaya başladı? (Yani kompleks bir oluşuma gidip, bir amaç doğuran organizasyonlar, daha en başta o amaca yönelik çalışmaya başlamalılar, kompleks bir oluşumun sistematik olaylar oluşturması da tasarımı gösterir…)
Beyin rastgele beyin (detaylı bir yapı) oldu. Sonra, ”Ben düşüneyim o zaman” mı dedi? Yoksa zaten düşünme amacıyla mı beyin olmaya başladı? (Yani kompleks bir oluşuma gidip, bir amaç doğuran organizasyonlar, daha en başta o amaca yönelik çalışmaya başlamalılar, kompleks bir oluşumun sistematik olaylar oluşturması da tasarımı gösterir…)
Kimi
hücrelerin göz kapağı olmayı seçti. Kimi ”ince saydam bir tabaka olmalıyız”
dedi, kimi kan damarı oldu -tam gözlerine uygun üstelik milimetrik- kimi
damarların içinde hücre oldu.
Işık
var oldu. Bir uzayın köşesinden gözüne vurdu, göz bebeğinden süzüldü, hücrelere
düştü, elektrik oldu, sinyal oldu, beynine düştü. Görüntü oldu.
Mikrodan makroya koca kainatın uyumluluğu…
Oluşlarda ve yasalarda örtüşmeler…
Kainatta tek bir yasanın var olmasının Allah’ın delili olmasından daha da muazzam olan; var olan yasaların birbiriyle örtüşüyor olması…
Mikrodan makroya koca kainatın uyumluluğu…
Oluşlarda ve yasalarda örtüşmeler…
Kainatta tek bir yasanın var olmasının Allah’ın delili olmasından daha da muazzam olan; var olan yasaların birbiriyle örtüşüyor olması…
Hayat
amacımızın cevabını şu soru işaretleri belirliyor:
Şans?
Tesadüf?
Şuursuzluk?
Tamamen yok oluşa doğru yolculuk mu yaşıyoruz hep beraber?
Şans?
Tesadüf?
Şuursuzluk?
Tamamen yok oluşa doğru yolculuk mu yaşıyoruz hep beraber?
Sadece
yok oluşa gidiyorsak, bence oturup üzülmeliyiz ”ben neden külfet çekiyorum ki
bu yerde?” diye. Sıkıntılara da sabretmenin bir anlamı var mı? Sabretmenin
ancak bu dünya imtihan yeri varsa anlamı var. Sonunda çöp olacak bir beden için
niye yıllarca acı çekeyim, uğraş vereyim ki?
Evrende
detaylar, oluş, var oluş çok dahice…Bunu görebilenlere ve dehadan bağımsız bir
oluştan söz edilemeyeceğini anlayanlara ne mutlu…
Hala soruyor musun?
Tanrı Olabilir mi diye? Zira ben, “Tanrı olabilir mi?” diye hala soruyor olmana şaşırıyorum…
Hala soruyor musun?
Tanrı Olabilir mi diye? Zira ben, “Tanrı olabilir mi?” diye hala soruyor olmana şaşırıyorum…
Kemiklere bak, nasıl yerli
yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara. (Bakara Suresi,
259.ayet)
Öylesine,
başı boş, şuursuz, akıl yoksunu maddeler… Maddelerin bir araya bir ölçüyle
gelmesi… O ölçünün belli bir yapı oluşturması: Hücre… Hücrelerin farklılaşması…
Farklılaşırken organize oluşları… Kiminin kemik olması, kiminin onu sarıp et
olması… Tüm bunların üzerine de bir güzel cilt çekiliyor: deri…
Tüm
bunlar ölçüyle, detaylı bir şekle dönüşüyor. Üstelik bir can sahibi biri
için…Düşünecek, hissedecek, sorgulayacak, iyi veya kötü tanımlamaları yaparak
hareket edecek bir canlı için…
EVRENİN
KENDİSİ TANRISAL OLAMAZ
Bir
de Tabi Evrenin kendisine = Tanrı muamelesi yapanlar var…Ruhçular, Paganlar…
Nedir
böylesine maddeye can bulduran? Onu farklılaştıran, organize ettiren kuvvet
nedir? Evren’de kendi kendine oluşan bir kuvvet mi yapıyor bunları? İyi de,
daha evren var olmamışken, evrenin en başta olması için onu yokluktan harekete
geçiren şey, bu evrenin kendisindeki bir şeyde olamaz ki çünkü henüz ortada
evrenin kendisi yoktu! Evrenin, Tanrı olması için, bir parçasının henüz büyük
patlama yokken (evrenin oluşması başlamamışken) var olması gerekirdi.
Evren
henüz inşa olmadan, daha henüz püyük patlama patlamadan, ortada olmayan bir
evrenin bilincinden bahsedilebilir mi!?
Gezegenler
henüz oluşurken ve belli ölçüde belli bir matematikte sıralanırken, kainat
hareketlenirken -daha en başlarında- bunun olmasını sağlayacak ölçüdeki
patlamanın takdiri, daha henüz oluşmamış bir evrenden gelemez ki…Evrenin
kendisine Tanrı muamelesi yapanlar, onun ezeli olduğunu da iddia etmeliler ya
da bir parçasının var olduğunu söylemeliler ama yapamazlar…Zira bugün fizik,
evrenin bir başı olduğunu ve sonuna doğru gittiğini de kanıtlıyor.
Bu
olayların gerçekleşmesini sağlayan etkiye “kuvvet” diyelim.
Bu
kuvvet şuursuz olabilir mi?
Bu kuvvet hep var olmalı değil mi?
Bu kuvvetin sahibi var mıdır?
Eşsiz benzeri olmayan tek sahibi.
Bu kuvvet hep var olmalı değil mi?
Bu kuvvetin sahibi var mıdır?
Eşsiz benzeri olmayan tek sahibi.
O’nun benzeri gibi bir şey
yoktur. (Şura Suresi, 11.ayet)
En
yüce olan.
Mülk ve yönetim elinde bulunan,
her şeye gücü yeten o Allah ne yücedir!
(Mülk Suresi, 1.ayet)
(Mülk Suresi, 1.ayet)
Hep
var olan hep diri olan.
Hayy’dır O, sürekli diridir.
(Bakara Suresi, 255.ayet)
Evren’i
olduran kuvvet/takdir Allah’ındır…
Kainata,
oluşum sürecinde ihtiyaç duyduğu kuvveti/takdiri/bilinci adına her ne diyeceksek
ancak evrenden bağımsız olan, evrenin dışındaki bir varlık verebilir. Aklı
olmayan hiçbir varlık, bunu öylesine, tesadüfen meydana getiremeyeceği gibi,
ateistlerin evreni kuran evrenin kendi yasalarıdır, iddiasındaki yasalar da
yoktan ortaya çıkmıştır. Yoktan, birden bire ortaya çıkan bir şey, zamanda
başlangıcı olan bir şey felsefi mantıkla tasarlanmış olması gerekir. Bahsedilen
takdirin kainata bağımlı olmaması gerekir çünkü bağımlı olsaydı kainatın
kendisine ait bir kuvvetten/takdirden bahsedebilirdik. Bu kuvvetin veya
takdirin, evrene ait olamayacağından yukarıda bahsettik. Sapık ruhçu(pagan)
öğretilerde olduğu gibi, bu takdir dolayısıyla kainatın bir parçası, kainatın
içinden bir parça olamaz. Bilakis, Kainatın ve tüm parçalarından bağımsız bir
takdir olması gerekir. Bu takdirin de bir bilince yani sahibine ihtiyacı var.
ATOMLAR,
İNSANLAR, HER ŞEY TANRI MIDIR? YARATICIYA İHTİYACIMIZ YOK MU?
Eğer
biz, yaratana ihtiyaç duymadan var olduğumuz
iddiasındaysak da Evren’e = Tanrı muamelesi yapmamız gerekir.
Çünkü yaşamımız boyunca var olmak için evrendeki bir şeylere muhtaçlık
duyuyoruz. Kendi kendimize yetemiyoruz.
Her
birimizin, özellikle kainatı var eden atomların başka bir şeyden bağımsız
olarak meydana gelen bir birey = Tanrı = atom denklemi de iddia edilebilir.
Aslında bu iddia zaten Evren=Tanrı iddiası ile bire bir aynıdır. Zira tanrı
olduğu iddia edilen insan, evrendeki diğer var olanlara muhtaçtır. Oysa bizler
birey olarak daha var olurken bile havaya, suya, kana, toprağa pek çok şeye
ihtiyaç duyarak var oluyoruz. Örneğin su molekülü, hidrojen ve oksijen atomunun
tanrısallığı(yaratıcılık kabiliyetleri) oluşsalardı, onların da bir bilinci
olması, kendi kendilerini takdir edecek, kendi kendilerini planlayacak ve
yapılacak eylemleri planlayacak iradeleri, seçimleri olması gerekirdi. Dahası
zaten en başında hidrojen ve oksijen atomları, büyük patlama ile oluştu. Henüz
Hidrojen ve Oksijen atomları yokken, onları yaratan şey nasıl gene kendileri
olabilir? Görüldüğü gibi, atoma, evrene tanrısallık iddiası vereceksek, onların
ezeli olduklarını, bir başlangıçları olmadığını iddia etmemiz gerekir.
Evrenin
bir başlangıcı olduğunu kanıtlayamasaydık bile bu sonuçlara varabilirdik, çünkü
muhtaçlık çeken bir şey de tanrısal olamaz. Bizim irademiz var ama bir yere
kadar. Örneğin, kendi kalbimizi tasarımlamadık, vücutsal sistemimizi de. Demek
ki daha başka bir bilincin oluşturmasına bağımlıyız. (Tesadüf diyeceksek,
tesadüfe bağımlıyız, ama zaten tesadüfün yaratıcımız olamayacağına da cevap
verdik.) Bizi yaratan ne ise tek muhtaç olduğumuzun O olduğu sonucu da çıkıyor,
diğer maddeleri ihtiyaç olarak vesile ediyor, dilese su yerine başka bir
bileşikte yaratabilirdi ihtiyacımızı karşılayan ya da bir bileşiğe ihtiyaç
duymayacak şekilde de yaratabilirdi.
TANRI
NASIL VAR OLDU?
Tanrı;
yaratan ve kimsenin kendisini yaratmaya ihtiyacı olmayandır. Tanrı nasıl var
oldu, Tanrıyı kim yarattı, Tanrıyı ne oluşturdu gibi soruların hepsi aynı şeyi
sorar.
Burada
şöyle düşünmemiz gerekir:
1.
Tanrı tasarımlanabilir midir ki? Tasarımlanabilir bir şey için ancak “kim
tasarladı” diye sorulabilir.
2.
Sorunun kendisi felsefi açıdan hatalı bir sorudur. Tanrı kavramının açıklaması
zaten “yaratılmamış” demektir. Yani bu saydığımız sorular, yaratılmamış denilen
bir kavram hakkında “kim yarattı” diye sormaktır. Sorunun kendisi çelişkilidir.
Örnek: tanımı gereği üçgen, üç kenarlıdır. Dört kenarlı üçgen var mıdır diye
sormakla, “Tanrıyı kim yarattı” diye sormak felsefi açıdan aynıdır. Dört
kenarlı üçgen var mı diye bir soru olamaz, zira üçgen tanımlaması gereği üç
kenarlıdır. Tanrı da tanımı gereği “yaratılmamış” “ezeli” demektir. Doğmamış,
tasarımlanmamış ve tasarımlanamaz da.
KARAR
VER
İçtiğin
suya, hisseden ellere, tadını aldığın yiyeceklere, yere sağlam basan ayaklarına
bak. Karar ver. Görmen için herhangi bir yerden bakman yeter.
Hep
birlikte yok oluşa gitmiyoruz:
Biz gökleri, yeri ve bunlar
arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. (Duhan Suresi, 38)
Gün
gelir, acaba Tanrı var mı diyenin kalbi, tatmin bulan müminlerin ki gibi muhakkak
olur.
Sen, bu kitabın sana Rabb’inden
rahmet olarak ulaştırılmasını, ümit etmezdin.(Kasas Suresi, 86)
Yazılarımı http://www.allahateslim.com/ adresinden de okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder