30 Nisan 2014 Çarşamba

İnşallah'ı Maşallah'ı Var mı Yok mu?

Allah’ı günlük hayatına çoğu kişinin dahil ettiğini görmeyiz. Hayattan beklentilerle, günlük kısa dualar yapar kimi. Kimi namaz kılar ama namazları dışında yaratıcısıyla bağlantısı yokmuş gibi davranır. Oysa bizim her an Yaratıcımızla bağlantımız vardır. Sürekli O’na yönelen bir yaşayış içerisinde olmalıyız.

Mümin, kendisini Allah’a adamıştır. Allah’ı çokça düşünür, hayatında Allah rızasını kazanmak hep birinci plandadır. 

Toplum içinde çok duyduğumuz kelimelerdendir maşallah, inşallah, elhamdülillah. 

Bu güzel kelimeleri söylemek aslında Allah’ı anmak demektir. Maalesef ki pek çok kişi, bu güzel kelimeleri içini boşaltarak kullanıyor.

Maşallah ”nazar değmesin” demek olmuş, inşallah ”umarım olur” demek olmuş. Bu kelimeleri söylerken kalben gerçekten Allah’ı ananların sayısı çok az bence. Oysa Elhamdülillah “Övgü Allah’adır” demek; Maşallah ”Allah yaratmış-Allah’ın sayesinde olmuş-Kuvvet Allah’tandır” demek; İnşallah da ”Allah dilerse” anlamına gelmektedir.


Bu anlamları bilerek ve üzerinde anlık olarak düşünerek, bu kelimeleri söyleyen biri Allah’ı anmada, bu kelimeleri içini boşaltarak kullananlara göre bir adım öndedir. Zaten ne söylediğini bilmez halde Allah ile alakalı bir şeyler söylemenin, Kuran’a göre ibadet niteliği yok.


Kuran’da bir işi yapmadan önce şunu yapacağım dediğimizde,Allah dilerse dememiz buyruluyor:

Hiçbir şey için, ”Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım.” deme. ”Allah dilerse” şeklinde söyleyebilirsin. Unuttuğunda, Rabbini an. Ve de: ”Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya ulaştırır.” (Kehf Suresi, 23, 24)

İşte günlük yaşamımıza bu sözü yerleştirmemiz için en büyük sebep, bu ayet. Mutlaka kazanmamız gereken bir tavır. 

Maalesef toplum içinde, hatta kendi mümin arkadaş çevremde de inşallah dediğimde ”İnşallahı falan yok, yap, yapacağız” diyerek karşılık verenlere rastladım. Bu karşılık kesinlikle yerine getirilmeli düşüncesiyle verilmiş cevaplar. Oysa bize ne oluyor ki, kesinlik atıyoruz. Her iş olacak diye bir ihtimal yok, her iş her davranışımız Allah’ın sayesinde O izin verdiği için gerçekleşiyor. Biz adım atmak için istek duyuyoruz, plan yapıp karar veriyoruz ama Rabbimizin izni sayesinde adım atabiliyoruz. 

Allah’a yönelip, İslam’ı yaşamaya başladığımdan beri inşallah kelimesini kullandığımda (elbette ne anlama geldiğini bilerek) gerçekten Rabbimi bir kere daha hatırladığımı görüyorum. Genellikle hem anlamı hem arapçasını söyleyerek kullanıyorum. Bu kelimeyi kullanmak aslında her şeyin Rabbimizin izni dahilinde gerçekleştiğini unutmamak demektir. Rabbimize saygı duymaktır. Bu güzel zikri yapmak Allah’a kendimizi adadığımız hayatımızın, güzellik dolu adımlarındandır. Öyle ki bu davranış gördüğünüz üzere kutsal kitabımızda yer almakta, bize Rabbimiz tarafından bildirilmekte. Bizzat O’nun emri.

Yaratıcısıyla sürekli bağ kurmaya başlayan bir kul bu güzel zikri Allah dilerse unutmayacaktır. Lakin unuttuğumuzda da Rabbimiz kendisini anmamızı “Umarım ki Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda başarıya/aydınlığa ulaştırır.” dememizi öğütlüyor. 

Örneğin, bağına girdiğinde Maşallah demek yerine nankörlük eden birine de şöyle deniliyor Kuran’da: 

Bağına girdiğinde, ‘Maşallah, kuvvet yalnız Allah’tandır!’ desen olmaz mıydı?… (Kehf Suresi, 39) 

Allah’ı gün içerisinde pek çok kere anarak, O’nu hatırlayarak daha da Takva ile iç içe yaşayış içerisinde olacağız inşallah. Zaten Kuran’ın öğütlerine ne denli uyarsak, o denli takvamızın artması için çalışmış oluyoruz. 

Allah’ı çok anın ki zafere ulaşabilesiniz. (Enfal-45)


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

http://www.allahateslim.com/

16 Nisan 2014 Çarşamba

Ezbere Sureyle Koca Bulma, Sınav Geçme, Zengin Olma Yalanları


Çevremizde görürüz, Kuran’ı adeta (haşa) büyü kitabına çevirenleri. Eş istenir, Kuran okunur. Yeni ev, yeni araba istenir Kuran okunur. Başarı istenir, sınavlar geçilsin istenir Kuran okunur. Hatta kulak ağrısı geçsin diye de Kuran okunur. Dertlere, isteklere, dileklere göre okunacak surelerin koyulduğu kitaplar da hazırlamışlar. Elbette bir dileğimiz, sıkıntımız için Allah’a dua etmek sığınmak çok önemli ve güzeldir. Lakin şu sureyi şu kadar okursan, şu olur inancı oldukça tehlikeli ve şeytani bir oyundur. Zengin olmak için Yasin oku, sınav iyi geçsin diye Fetih suresi oku gibi yalanlar…Halbuki Kuran’ı anlamıyla, anlamaya çalışarak – dolayısıyla bildikleri, anladıkları dilde- okumaya çalışsalar Kuran’ın indiriliş amacını, Kuran’dan nasıl faydalanılması gerektiğini anlayacaklar. Allah, Kuran’ın hiçbir yerinde şu sureyi şu kadar okursan zengin olursun, şu sureyi şu kadar okursan işe girersin, sınavı kazanırsın, şu sureyi şu kadar okursan iyi bir eş bulursun diye buyurmamış. Böyle bir iddia, Allah’a ve Kuran’ına atılan büyük bir iftiradır. Sureler, okunmak, anlaşılmak ve uygulanmak için indirilmiştir, dünyevi isteklerimize aracı olmaları için birkaç defa ne dediği bilinmeden okunması için değil. Zaten anlamı ile okusalar, bu yaptıklarının ne büyük şeytan işi olduğunu anlayacaklar.




Derslerine çalışmak yerine sure ezberleyen öğrenciler gibi, Kuran’a gündüz kuşağı evlendirme programı muamelesi yapanların bu hadsizlikleri tamamen kulaktan dolma dini bilgilerin peşinden sürüklenmelerinden ötürüdür. Oysa Kuran, hurafeleri yok etmek ve tek gerçek mesajını ortaya çıkarmak için indirilmiştir: 


İçlerinde ümmî olanlar da vardır ki Kitap’ı bilmezler, hurafeler bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar. 

Bakara Suresi, 78 

İş ne sizin kuruntularınızla/hurafelerinizle ne de Ehlikitap’ın kuruntuları/hurafeleriyle çözülür. Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah dışında ne bir dost bulur ne de bir yardımcı. Nisa Suresi, 123 

Kuran’da, insanı böyle hurafelere iten şeyin şeytan olduğu gayet açıktır. Bizler 44 nas, 44 felak okuyup zengin koca beklerken, aslında tam manasıyla şeytana uymuş oluyoruz: 

“Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere mutlaka iteceğim. Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır. 

Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez. Nisa Suresi, 119-120 

Kuran bir müjdedir. O’nu anlamaya gayret eden, hayatına yansıtmaya çalışan için. Hidayeti arttıran, Takvanın inşa edilmesini sağlayan, nasıl davranılması gerektiğini bildiren, önümüze ışık tutan, rehberlik eden; bu dünyada karşılaşacağımız her türlü sıkıntı, mutluluk, insan türü için anahtar; ahiretten haber, yaşam manamızı çözdüren kelam, Rabbimizi hatırlatan ve tanıtan bir kitaptır. 

Kutsal bir kitap bu, sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler. (Sad-29) 

Bu bir öğüt verici, düşündürücüdür. Dileyen, Rabbine doğru bir yol edinir. (Müzemmil-19) 

İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah’tan başka ilah olmadığını bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. (İbrahim-52) 

Sınav geçmek için, araba almak için Kur'an'dan sure okuyanlar, okudukları surenin anlamlarına baksalar zaten bu istekleri ile okuduklarının hiçbir alakası olmadığını görecekler. Kur'an'daki surelerde, insanlara öğütler vardır (hırsızlık etmeyin, iftira atmayın gibi) ya da peygamberlerin hayatlarından kesitler anlatılır (Yusuf Peygamber'den bir kadının cinsel olarak faydalanmaya çalışması gibi), içtiğimiz sudan, hayvanların yaratılışında delillerin olmasından vs bahsedilir. Kur'an'da elbette Fatiha Suresi gibi istek içerikli ayetler vardır ama bunları da ancak anlamları ile okuyarak gerçek bir ibadete dönüştürebiliriz. "Bana araba nasip et" veya "okul sınavlarını başarı ile geçmemi sağla Rabbim" diyen bir sure yoktur. İnsanlar ölülerin başında da gidip Yasin Suresi, Fatiha Suresi, İhlas Suresi okurlar. Halbuki bu ayetlerin de anlamlarına baksalar, "ölen yakınlarımızı affet" gibi bir şey yazmaz. Yaşayan insanlara uyarılar içerirler. Zaten Kur'an ayetlerinin amacı, insanları uyarmaktır, yukarıdaki ayetlerde de okuduğumuz üzere. 

Hayatımız, Yasin suresini bilmem kaç defa ”anlamadan okumakla” değil, Kuran’ı anlayarak okumak ve hayatımıza uygulamakla düzgünleşir. 




Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

http://www.allahateslim.com/

Allah'ı Anmada Gevşeklik Etmeyin!

Allah, bizlere daha iyi bir kul olalım diye Kuran’da pek çok öğütte bulunur. Hepimize yardımcı olacağına inandığım çok önemli öğütlerden biri de şu: 

Beni anmakta gevşeklik etmeyin. (Taha Suresi-42) 

Bu ayetin hem gevşeklik etmeyin anlamı var hem de ihmal etmeyin anlamı. (İnsan Allah'ı anarken gevşek davranabilir yani Allah'ı anmayı ihmal etmez ama bunu üşenerek gevşekçe özensiz yapabilir. Yahut bazı zamanlarda tamamen terk edebilir) Biz her iki anlamı da doğru olarak değerlendirmeliyiz. Çünkü bu iki mevcut anlamdan herhangi birini elememiz için başka bir ayet yok. Kur'an kendi kendisini tefsir eden bir kitaptır. Eğer ayetlerde bir kelimenin birden fazla anlamı varsa, bu anlamlardan birini yerine koyduğumuzda, açıkça başka bir ayetle çelişiyorsa, o anlamı almayız.

Kuran’da Allah ayette geçen bu öğüdü Musa ve Harun Peygambere bildiriyor. Kuran’daki ayetlerden anlıyoruz ki, Peygamber kıssaları üzerinde düşünelim, ders alalım, hayatımıza yansıtalım diye bildiriliyor. Çünkü, Allah, düşünesiniz diye bu Kuran’da size çeşit çeşit öğüt verdim diye buyuruyor (Bkz: İsra 89). Zaten Kuran ayetleri üzerinde düşünmek Allah’ın emri. (Bkz: Kamer 32)

O halde biz de bu ayet üzerinde düşünelim. Kendi öz eleştirimizi yapalım ve her ibadetimizde, Allah’ı anmamız gereken her an için kendimize çeki düzen verelim. Neden Allah'a ibadet ettiğimizi hatırlayıp, Allah’a olan güzel hislerimizi harekete geçirelim. Kendimizde gevşeklik seziyorsak, kendimize telkinlerde bulunalım. 


Bazen namazlarımızı aceleye getirdiğimiz oluyor, daha az istekle kıldığımızda huşumuzda azalma görüyoruz. Belki günlük yaşamımızdaki bazı durumlar bizi gevşek düşürüyor. Ahiret gerçeğine rağmen kendimizi gevşekliğe kaptırabiliyoruz. Dualarımızda ezbere düştüğümüzü, kalbimizle yaratıcımız arasında kurulan bağda eksiklik gözlemleyebiliyoruz. İnsanlık hali deyip hemen geçmemeliyiz bence, bu durumları aşmak için bazı çabalar sarf etmeliyiz. Hayatımız hep karmaşık olacak, hayat boyu kafamızda sürekli bir şeyler muhakkak olacak. Hayat zaten böyle bir şey. Kafamızda sürekli yapmamız gereken bir şeyler, halledilmesi gereken işler, birilerine olan kızgınlıklar, sıkıntılar, endişeler, bıkkınlıklar olacak, dünya hayatı böyle bir şey zaten. Bu yüzden namazımda yeterince konsantre olamıyorum, dolayısıyla huşu duyamıyorum yakınmalarını bir kenara bırakıp, gevşeklik göstermemek adına neler yapacağımızı düşünelim, kendi kişisel taktiklerimizi oluşturalım.
  
Ben kendimde şunu gözlemledim; namaza durmadan evvel Yaratıcımın büyüklüğünü, O’nun huzurunda olduğumu, O’nun beni asla kovmadığını, yakarışıma anında icabet ettiğini, beni hep işittiğini bir iki dakika da olsa hatırladığımda kendime daha iyi çeki düzen veriyorum. Eğer dualarımı ederken yalnızca dilimin dua edip, kalbi bir bağ kurmada eksiklik seziyorsam, aklımın boş durduğunu ya da kafamın içinde karmaşık düşünceler olduğunu, farkında olmadan başka yönlere kaydığımı fark ettiğimde duamı bu sefer kelimelerime daha da dikkat ederek tekrarlıyorum. Acele ettiğimi fark ediyorsam namazımı daha sakin ve yavaş kılmaya başlıyorum. Zaten bu gayret ağır bir yük de değil, Allah’ın izniyle O’na olan sevgimiz sayesinde, o an içinde olduğumuz bu haller düzelecektir, gevşeklik üzerimizden atılacaktır. Namazlarımızı daha da kılmak istediğimizi, gönlümüzden yeni yeni dualar geçtiğini görebiliriz, daha içten ve daha saygıyla Rabbimizi övdüğümüzü hissedebiliriz. Gün içerisinde hesap gününü, ölüm gerçeğini, Rabbimizin merhametini düşünmek, okuduğumuz bazı ayetleri hatırlayıp kafa yormak zikrimizi daha da istekle, daha da konsantre olarak yapmamızı sağlayabilir. Bizim için en önemli olan Allah. En büyük hedefimiz bu dünyadan Allah rızasını kazanmaya layık olarak ayrılmak. Bizim için en önemli olanın bu olduğunu, hayattaki mücadelemizin Allah için olduğunu hatırlayarak, Rabbimize yönelmek bizim kalbimizi daha da takvayla inşa etmemize yardımcı olabilir. 

Bu dünyada Allah için her ne iş yapıyorsak, bunların hepsi dünyevi bütün işlerden çok daha önemli. Çünkü ahiret hayatının kendisi, dünya hayatından kıyaslanamayacak kadar önemli. Bu yüzden Allah yolunda her ne iş yapıyorsak yapalım, namaz kılmak, Kuran okumak ya da başka bir şey, o an o işin diğer her şeyden daha değerli olduğunu kendimize söyleyelim. Namazlarda özellikle acele etmemek işe yarıyor. Önemli olan namazın bir an önce bitmesi değil, net miktarının kaliteli geçmesi. 8 dakika namazı daha kaliteli huşu içinde anlayarak kılıyorsak, 13 dakika söylediklerimizden bazen bir şeyler anlamayarak huşusuz kılmaktan çok daha değerli olmuş oluyor. 

Allah’a her gün vakit ayırmak zaten çok önemli ve tüm müminlerin görevi. Allah, sadece namazda değil; taşıtta, yemek yerken kendisini anmamızı, güneş batmadan tespih yapmamızı buyuruyor. Gün içerisinde (sofrada, taşıtta, koltukta, her hangi bir aralıkta, teneffüste, kalabalıkta, iş molasında vs) hesap gününün varlığını, ölümü, dünyanın imtihan gerçeğini, ahireti hatırlamamız ve bunlar üzerinde düşünmeye vakit ayırmamız, Rabbimizi anmakta kalitemizi arttıracaktır. Bu anlamda sadece sabah namazında emredilen Kur'an okuması dışında, gün içinde de herhangi bir anda birkaç ayet okumak ya da dine yönelten güzel çalışmalarla haşır neşir olmak, Allah'ı anmamız gereken bir an geldiğinde bizi daha şevkli kılacaktır, Allah izin verirse. Bu bahsettiğim taşıtta Allah'ı anmak, güneş batmadan önce Allah'ı anmak gibi ibadetlere şu çalışmalarda değinildi: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2015/08/bu-emirlerin-kuranda-gectigini-kac-kisi.html

Zaten gönüller -Allah’ın da Kur'an'da dediği gibi- ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur. (Bkz: Rad 28) Rabbimizin sevgisiyle gönlümüz daha da taşacak, O’na olan saygımızla kalbimiz daha da arınacaktır, Allah’ın izniyle. Rabbimizden, O’nu anmada daha özenli olmayı da isteyebiliriz ayrıca.

Zaten mümin için keyifle akan, içini huzur dolduran, mutluluk getiren, insana güç veren en önemli zamanlar, Allah’ı andığı anlardır. Gönülden Rabbimize yöneldiğimizde, insan o huşu dolu anlara kendini kaptırıyor, her türlü pislik ve sıkıntıdan uzaklaşıp, hoş bir havanın içinde oluyor. Daha da o anlar sürsün, o anlarda kalayım istiyor. Allah'ı anmak, Allah'ı umursadığımız anlamına geliyor. Kalpten bağ kurarak yani kalpten hissederek, Allah'ı anmaya gayret etmek de çok önemli. Eğer Allah'ı anmak, bizi kötülükten men etmiyorsa, kötülüğe düşer gibi olduğumuzda rahatsızlık vermiyorsa, kötülük yaptığımızda tekrara düşmememizi sağlamıyorsa, Allah'ı kalpten anmadığımızın göstergesi olabilir. Şeytan kötülüğe itmeye çalışırken, işte tam o an, Allah ile kalpten bağ kuran insan, alnının akı ile, Allah izin verirse temizliğe yönelecektir. Bu kalpten bağı sağlayan en önemli unsur, Allah'ın her şeyi görüp, duyduğu, bildiği. Allah, Kur'an'da pek çok yerde bunu söylüyor. Peki bu bizi sakınmak konusunda ne kadar motive ediyor, işte önemli olan soru bu. Allah'ı anmak, Allah'ın bizi anında duyduğunu bilmektir. Allah'ı anarak, O'nun bizi her an duyup gördüğünü de hatırlamış oluyoruz, O'nunla her an iletişimde olabileceğimizi hatırlıyoruz. Ankebut Suresi 45.ayette de söylenildiği gibi, namaz kötülükten alıkoyar bizi. Çünkü, Allah'ın her an üzerimizde gözetici olduğu bilinci ile, o anki halimizin anında Allah tarafından görüldüğü bilinci ile huzurda dururuz.

Gönülden yapılan ibadetler davranışlarımıza yansıyacaktır. Gün içerisinde her hangi bir meselede bir müminin göstermesi gereken tavrın, yerine getirilmesine hizmet edecektir. Neden Allah sık sık kendisini anmamızı buyurmuş, diye bir soru aklımıza gelecekse en önemli nedenlerinden biri budur, yani daha iyi bir insan olmamız için. İyi bir insan değilsek, iyi bir insan olmamız için. İyi bir insan olduysak, bu iyiliği muhafaza etmemiz ve arttırmamız için. Yoksa, Rabbimiz hiçbir şeye muhtaç değildir.

Kur'an’a vakit ayırmak, ayetlere kafa yormak, mesajına kendimizi kaptırmak takvamızın artmasına, İslami bilincin hayatımıza yansımasına çok büyük katkı sağlayacaktır. Kuran’ı sabah namazı vaktinde okumamızı Rabbimiz öğütlüyor. Şu çalışmada bahsedilmişti: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/06/sabah-namaz-vaktinde-anlayarak-kuran_29.html
Kuran’ın gönülleri ışıklandırdığını, hidayeti arttırdığını da bildiriyor. (Bkz: Casiye 20)


Gevşekliğin sebeplerinden biri de ibadetleri bir külfet olarak görmek aslında. Oysa başta namaz olmak üzere, Allah'ı anmamız gereken her ibadet külfet değil, bizlere lütuftur. İbadetlerin bize bir lütuf olduğunu görememek, şevk isteğini aktive etmemek sonucu da bazıları ibadetleri zaman zaman külfet olarak algılıyor. 

Örneğin, namaz, sonucunda sırf "namaz kılmış olmak için" kılınmaması gereken, sırf aradan çıksın diye yapılmaması gereken bir ibadet. İbadete bu şekilde yaklaşan birinin huşu ile namaz kılması beklenemez genellikle. Namazın kendisi başlı başına, özel ve rahatlatıcı bir ibadettir. Başlı başına bir aktivitedir. Örneğin bir kafeye kahve içmeye gidiyorsunuz, günü keyifli geçirmek için laptop-kitap vs yanınıza aldınız. İşte namaz da, gün içerisinde kendimize keyif almak için ayırdığımız özel aktivitelerden biri olmalı. Elbette kahve içmek gibi bir şey de değil, bir ibadet.Keyifli keyifli kafeye gittiğimiz gibi, kafenin karşısında duran camiye, keyifli ve huşu dolu bir ibadeti yerine getirip, Allah ile bağlantı kurulan, kafayı boşaltan, kalbi açan bir ritüele gidildiği hissedilmeli. Bu bilinçle gidilirse, ibadet haz verir, huşu verir. Sırf kılınsın diye, hızlı hızlı aradan çıkartmak için yapılırsa, otur kalk hesabı boş hareketlere dönebilir. "Keyif almam nasılsa" diye de Rabbin huzuruna çıkmamak gibi bir sonuç da çıkarılmasın bu yazdıklarımdan. Secdeye hiç gitmemektense, nasibini arayıp huşu dileği ile namaza gitmek (huşu alınmamış olsa bile), hiç kılmamaktan daha büyük bir çabadır.

Şeytan, size bir gevşeklik fısıldadığında, hatta sizi kötü bir işe yöneltmek istediğinde, sizin için o kötü şeyin mi yoksa Allah'ın mı daha önemli olduğunu sorun. Örneğin, şeytan size uyku daha tatlı diye fısıldarken; yatağınızın içinde gözünüz kapalıyken kendinize sorun "benim için uyku mu daha önemli, namaz mı? Hangisi senin için daha büyük ve daha önemli bir yatırım? Seni ileride bekleyen önemli bir gün var, hangisi senin kurtuluşunu sağlayacak?". Bu soruyu sorduğunuzda, biraz olsun Kur'an ilminiz varsa, vicdanınız sizi rahat bırakmayacaktır. Ben de, çok uykulu bir halde, yataktan çıkamaz gibi hissettiğimde bu soruyu soruyorum ve biraz daha yatakta durmak bana rahatsızlık veriyor, huzurum kaçıyor, anında kalkıyorum. Bu arada, dualarımızı ve namazımızı anladığımız dilde yapmamız gerektiğini de hatırlatayım: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/10/turkce-namaz-klnabilir-mi-kuranda-rekat.html

Hepimizin dönem dönem, tabi ki, ibadetinde diğer günlere göre daha az huşu olduğu günler olabilir. Neticede her günümüz güzel geçmiyor. Kötü bir gün geçiriyor olabiliriz hatta fiziken yorgun olduğumuz için bile iyi kılamayabiliriz. En önemlisi, en başta hiç kılmama diye bir durum olmamalı. Tabi bu söylediklerim sadece namaz ibadeti için geçerli değil, bu çalışmanın içeriğinde de paylaştığım Allah'ı anmamız emredilen diğer zaman ve durumlar için de geçerli. Allah'ı anmamız gereken bir anda, anmama gibi bir durum olmamalı en başta. Bu anları unutan kişiler, kendilerine ufak hatırlatıcılar hazırlayabilirler. Kötü bir şekilde Allah'ı anmak ve namaz kılmaktansa, bize çok uzun gelmeyen bir sürede özünde iyi bir sonuç olmak daha önemli. Bence, özünde kaliteyi sağlayan en önemli unsur, bunları (Allah'ı anmak ve namazı) yavaş yavaş, aheste aheste yerine getirmek. Duaları yavaş yavaş söylemek (acele etmeden). Kendimden de örnek verdiğim gibi, ağır ağır bunları yaptığımızda, konsantre sağlanıyor ve istek de yerine geliyor. Zihni gevşetmeme gibi bir sorun da olabilir, canımızı sıkan bir şeyi sürekli düşünüyoruzdur. Zihin hazır değilse, zihni hazırlayacak bir şeyler yapabiliriz. İmkanı olan klasik müzik dinleyip 5 dk bile olsa gözünü kapayıp dinlenip öyle namaza durabilir. Dediğim gibi, namazdan önce Allah'ın yüceliğini, ahiret gerçeğini 1-2 dk da olsa kendisine hatırlatıp öyle namaza durulabilir. Söylediğim gibi gün içinde 30 dk olsa, farz kılınmış ibadetler dışında dini çalışmalar ile haşır neşir olunabilir (mesela dini bir yazı okunabilir), Allah'ın yarattığı güzellikler düşünülebilir, bir çiçeğin fotoğrafına bakılabilir...Tembel olmayıp, gün içinde boş durmamak da, bizi daha çalışkan bir insan kılacağından, ibadetler konusunda da gevşekliğimizi kırmamıza yardımcı olacaktır Allah'ın izniyle. Boşa vakit geçirmemek konusuna şu çalışmamda değindim: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2017/07/bosa-vakit-gecirmeyen-ve-rabbine.html 
Gün boyu yatağının içinden çıkmayıp dizi-film izleyen bir bireyin üzerinde ister istemez tembellik oluşacaktır. Bunun yerine gün içinde güzel bir yürüyüş yapmak, evde dolaşarak şarkı söylemek bile, ibadetler konusunda daha güçlü davranmayı sağlayabilir. 

Unutmayalım, Allah'ı anmak külfet değil, o anlarda huzur bulduğumuz lütuflar.

Gevşeklik etmemek üzere attığımız her adım bize güzellik olarak dönecektir Allah'ın izniyle. Rabbimizi böylece daha çok, daha huşu ve istekle gönülden anacağız inşallah.

Ölüm Engel Tanımaz





Çokça insan vardır. Ölümü duymak, düşünmek istemez. Adını duyduğunda boş bakar boş düşünür. Farkında olmadan kaçar ölümden. Çünkü ''dalar.'' Oyunlara dalar, oyalanmalara dalar. Boş dizilere, arkadaşlarla çekişmeye, ay çok havalıyızlara, küfürlere, okul sınavlarına, maaşlara, kavgalara...Bazıları yaşlanmaya başladığında bile, ölümün varlığına değil; kırışıklıklarına dalar. Yaşı hatırlatıldığında huzursuzlaşır çünkü ona göre yaşlanması sadece dün gençken, bugün daha yaşlı olmasıdır. 

Dev gözlüklerle oturulan kafede, ılık yaz akşamında kaçılır ölümden. Kül tablasında birikilen sigaralarda, hep dünyevi dertler düşünülürken koltukta kaçılır ölümden. 

De ki: O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte o, size mutlaka ulaşacaktır. Sonra, görülmeyeni ve görüleni de bilene döndürüleceksiniz. O, size yapıp etmiş olduklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)

Allah Hicr halkını bildiriyor bizlere, her birimize ibret olsun diye. 

Yemin olsun, Hicr halkı da gönderilen elçileri yalanladı. 

Ayetlerimizi onlara verdik ama onlar da yüz çeviriyorlardı. 

Dağlardan güvenli güvenli evler yontuyorlardı. 

Korkunç titreşimli ses onları da sabaha girecekleri sırada yakaladı. 

Kazanıp durdukları şeylerin kendilerine bir yararı olmadı. 

(Hicr Suresi- 80,81,82,83,84) 

Sokakta, okulda, kafede, mahallede her yerde Allah’ın ayetlerine yüz çeviren insanları görüyorum. Din hakkında bildikleri şeyler aslında sadece kulaktan dolma şeyler. Televizyon hocalarından öğrenilme, safsatalarla dolu din kitaplarındaki gelenekler ve hurafeleri din sanıyorlar. Kuran’ın ne dediğinden, İslam’ın gerçekte nasıl bir din olduğundan habersizler. 

Etrafımda ibret verici, düşündürücü çok şeye rastlıyorum.
Lüks ve depreme dayanıklı evler görüyorum mesela. İçerisindekiler deprem olmadan da bir anda hastalıktan, trafik kazasından ya da başka bir şeyden ölebiliyor. Hatta yaşa bile bakmıyor ölmek. Yeni yeni yürüyen bir bebek bile olabiliyor ölen. 

Kazanılan para, alınan yeni spor ayakkabılar ölen anne babayı geri getirmiyor. 

Her tarzdaki evin duvarlarından sızıyor ölüm içeriye… 

Ölüm var işte! Kaçılmıyor! 

Bilgisayar oyunlarında, futbol maçlarında, çarşı buluşmalarında, klip izlemelerinde akıp giderken zaman, ölüm yaklaşıyor. Bizse hiçbir şey yapmıyoruz. Hala sadece her hafta izlediğimiz dizileri, okul derslerini, borçları, daha fazla parayı, yarının işlerini düşünüyoruz. Ölüm ve sonrasına hazırlık yapmıyoruz, inandığını söyleyenler olarak da yapmıyoruz. İnancımızı bile tartmıyoruz, eleştirmiyoruz. İnancımızla yüzleşmiyoruz. İnancımıza uygun yaşamadıkça, sadece inanç sahibi olmak hiçbir anlam ifade etmiyor. Kafamızdaki soru işaretlerinin doğru cevaplarını öğrenmek için çırpınmıyoruz.

İnsanlar, inandık demeleriyle bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar? (Ankebut Suresi, 2)

En büyük buluşmamızı unutuyoruz: 

Dönüşünüz Allah’adır. (Fatır Suresi, 18) 


Apartmanın her katında güvenlik kamerası da olsa, ölüm el feneri ve hırsız başlığıyla girmiyor odamıza. Güvenlik kameralarında görülmüyor, yangın alarmlarında ötmüyor. Ne inşa edersek edelim, ne çok kazanırsak kazanalım, ölüm var. İleri tarihte bir yerlerde bizi bekliyor. Bugün atlatsak da, yarın muhakkak var. 

Yazılarımı http://www.allahateslim.com/ adresinden de okuyabilirsiniz.

Maddiyat Yetersizdir, Ölümü ve Acziyeti Durdurmaz


Kuran’ın en büyük hatırlatmalarından biridir ölüm. Herkes bir gün öleceğini bilir ama kimse bu gerçeği tam manasıyla idrak etmez. Herhangi bir soruya verdikleri evet/hayır cevabı kadardır etkisi. Çevremizden çok kere duyarız, dünyaya bir kere geliyoruz, diye. Her ne kadar bu cümleyle dünyada var olmanın bir kereliğine mahsus güzelliği vurgulansa da, bu cümleyi genellikle insanları bir anda coşturma amacıyla söylenmişken duyuyoruz. 

Çoğu insan haftalık görevleri için yaşıyor. Ne dünyaya bir kere gelmenin anlamına varır insan, ne de var oluşunu derinlemesine sorgular. Ölümün varlığı, hayatımızın anlamını, yaşamımızın ve benliğimizin değerini sorgulatan en büyük gerçekliklerden biridir.
Ortalama bir insan bir ömür boyu çalışır, didinir durur. İyi bir okul için, iyi bir iş için, daha çok para kazanmak için, o ayı daha rahat geçirmek için, çocuklarının masraflarını karşılamak için. Stres doludur hayatı. Hep daha zengin olmanın hayalini kurar. Daha çok şey satın almak için, dünyevi hırs ve arzularını yerine getirmek için yaşayan insan çoktur.

Ölüm, Allah'ın Kur'an'da çok sık hatırlattığı, insanların ise çok kere unuttuğu bir şeydir.

Dünyadaki yaşamı için ne kadar çok şey satın alsa da, ölüm karşısında satın alabileceği bir kaçış yoktur insanın. Sadece maddiyat yetmez insana. Hastalık karşısında, yataklara düştüğünde, kasları ağrıdığında, yaşlandığında, beli büküldüğünde, eklemleri yavaşladığında, uykusuz kaldığında, başı ağrıdığında, yalnızlıkta maddiyatın yeterli olmadığına şahit olur insanlar.


İnsanın ayakta kalmak için ihtiyaç duyduğu duygular vardır. Sevilmek gibi. Ama ofisinin kapısındaki unvandan ötürü ceket ilikleten bir saygıya değil, samimi bir sevgiye hasreti vardır insanın. Fotoğraflarını paylaştığında diğerlerine nispet olsun diye yaşamaya değil, sıkışıp kaldığında bir dost muhabbetine, içten gülmelere, neşeye ihtiyacı vardır. Tüm bu ihtiyaçları karşılanmadığı için bunalıma giren insan çoktur. Hatta şöhret sahibi ve çok zengin, başarılı insanların bile sırf bu yüzden sıklıkla bunalıma girdiklerini duyarız.

Maddiyat, pek çok şeye yetmez. Ölüme karşı durmaya ise hiç yetmez. Huzurlu olmaya da yetmez. İnsanın diğer saydığım şeyler gibi huzura da ihtiyacı vardır. Stresli kalabalıklar kafasına üşüştüğünde, uzaklaşmaya ihtiyacı vardır ama sadece bir tekneye binip maviliklere açılarak değil, insanın zihninde kalbinde huzur olmalıdır. Aksi takdirde, teknesi ile açıldığında da içindeki huzursuzluk onu bırakmaz.


İnsan ne kadar çok kazansa da, ne satın alsa da, parasıyla ne kadar güven sağlamaya çalışsa da dünya yaşamının en sonu kaçınılmaz ölümdür. Uçak daha güvenli olsa da, evin kenarları güvenlik kameraları ve çelik duvarlarla örülü olsa da ölüme engel olunmaz. 

Bir kaç senelik gençliğini, zengini de fakiri de depresyonunda harcayabilir rahatlıkla. Çünkü ölüm demek, dünya için yaptığımız tüm yatırımların bir gün sonunun gelmesi demek.

İnsanlar kendini uyuşturma peşinde harcarken, yirmi beşinde, kırk beşinde hep ölüm vardır. Beyin, öyle bir şeydir ki, bir kere düğüm olduğunda, kalp acıdığında; insan sıkışıp kalır, alanları daralır. Kaç kişiden daha lütuf içinde olursa olsun.

Kuran, insana ibret olsun diye acizliğini hatırlatır. Şaşmaz gerçeği de: 

O saat elbette gelecektir. (Hicr Suresi, 85) 

Neye imrenilirse imrenilsin şu hayatta, takvadan başka, gelip geçicidir ve yıkımdır. Yıkımdır, çünkü hayatının sona ermesi ile yıkılır, biter. Dedim ya, çünkü ölüm dünyalık tüm yatırımlarımızı yerle bir eder. Ölümle birlikte yerle bir olmayan tek yatırım, ölümden sonrasında bile bize katkısı olabilecek şeylerdir.

İnsan kendine dev malikane de kursa; tekerlekli sandalyeye düşmeyeceğinin, kanser olmayacağının, gerçek sevgiyi bulup bulamayacağının, gece ışıklar söndüğünde iyi bir uyku çekip çekemeyeceğinin garantisi yoktur. Öyleyse, maddiyatı hayatım tüm anlamı sanmak yersizdir.

Bazı insan ise, basit görünen sorunlarından kaçmak için, pisliğin içine battıkça batar. Sorunları aslında hayatlarında Allah’ın olmayışıdır. Allah'ı o kadar umursamıyorlardır ki, fakat farkına bile varmazlar eksik olanın, Allah için yaşamadıkları olduğunun. Bazı insanların her şeyleri tamdır, sevgili tamamdır, ceket tamamdır, iyi anne baba tamamdır, ama bir şey eksiktir. O eksiklik, içlerine derin bir boşluk duygusu ve manasızlık verir. İşte böyleleri, neleri olsa da güçsüzdürler. Allah yoktur çünkü hayatlarında. Hayatlarından tam bir tatmin alamazlar. 

İnsan, "bir kere geliyorum" dediği şu hayatında manevi donanım kazanmaktansa, maalesef bu hayatı ölüm gerçeğine rağmen maddi şeylerle geçirmeye çalışır. Üstelik de kaybolacak olan maddi şeyler peşinde...Önce bu hayatta tatminsizlikle mutsuzlaşır, sonra ahirette mahvolur. 

Yazılarımı şu siteden de okuyabilirsiniz: