Ateistlerin eleştirdiği konulardan biri, insanların ahlaki
davranışlarını cennet çıkarı için yapıyor olmalarıdır. Ateistler bu iddiayı
kendilerince İslam’a zarar vermek için kullanıyor. Allah’ın inananları cennet
ile motive etmesini de eleştirip duruyorlar. Bu yazımda cennet çıkarının ne
gibi faydaları olduğuna ve ayetlere göre Allah rızasını gözetmekle
karşılaştırmasını yapacağım.
ALLAH SADECE CEHENNEMİ YARATIP İYİLERİ YOK ETSEYDİ
Allah, isteseydi kötülerin sadece cezalandırıldığı iyi olan
insanların ise yok edildiği bir sistem kurabilirdi. Yani sadece cehennemi
yaratıp, oraya kötü insanları atıp, iyi insanları ise sonsuza dek yok edeceğini
bildirebilirdi. Elbette bunu düşünmenin bile insanı ne kadar kötü hissettirip,
bu duygunun kişilere ne kadar anlamsız geldiğini görmek mümkün. Allah, çok
merhametli olduğundan, böyle bir şeyi vaat etmemiş, cehennem ile kötüleri
cezalandıracağını bildirmekle birlikte, herkesi tekrar yaratıp sonsuza dek
yaşamak üzere var edip, iyileri güzellik ve mutluluk diyarı olan cennete
yerleştireceğini müjdelemiştir.
Sabredenlere de cennet ödülü vermesi bir adalet göstergesidir.
İyi olmak arzusunda gayret gösterenleri, gayretleri karşılığında hiçbir kötü
duygu düşüncenin ve kötülüğün olmadığı cennetle ödüllendirmesi de büyük bir
merhamet lütuf göstergesidir.
Allah kötüleri cehenneme yollayıp iyileri yok edeceğini
söyleseydi, elbette bu kadar motive olamazdık. Belki daha iyi bir insan olma
yolunda daha az çaba gösterir, sadece sonsuza dek acı çekmemek için çabalamaya
çalışırdık. Cenneti kaybetmekle birlikte, aslında Allah’ın bizden razı olma
duygusunu da tatmaktan mahrum olurduk. Bir daha var olmayacağımız için,
Allah’ın rızasını duyamıyor olurduk. Oysa cennet müjdesi insana büyük bir mutluluk
verir. Sevdiklerine tekrar kavuşabilme ümidi başta olmak üzere, yok olmama
düşüncesi insanı çok mutlu eder.
VAR OLMA DUYGUSU İNSANA MUTLULUK VERİR
Var olmak, insana düşününce derinden büyük bir mutluluk duygusu
vermektedir. İnsan, Allah’ın izniyle Allah’ın gösterdiği yolda gittikçe var
olmayı arzular. Elbette hayatı anlamsız görerek, Allah’a inanmayan ya da
yeterince Allah için yaşamayan insanlar yok olmayı istiyor olabilir; ama
temelde Allah’ın gösterdiği şekilde yaşayan insan, hayatı anlamlandırabildiği
için; var olmaktan, yaratılmış olmaktan haz duyar. Hatta Allah için
yaşamayanlar bile, bir benlik sahibi olmaktan mutluluk duyar, kendilerini
sevdiklerini söylerler.
Var olmak insanlara çok güzel bir duygu olarak gelir ve öldükten
sonra kaybolmaktansa, tekrar var olmayı arzularlar. Tamamen yok olmaktansa,
sonsuza dek var olacağını bilmek ancak tüm yaşanılanları anlamlı kılar. Aslında
var olmak bile sonsuza dek var olmakla anlamlanır. Birden canlılık gösterip
sonra tamamen yok olan bir şahsiyet sahibi olmanın anlamı yoktur. Ölümü tamamen
yok oluş olarak görmek, kişiye kendisinin en nihayetinde çöpe gideceğini
bilmek, insana derin bir bulantı verir. Varoluş felsefesi olarak adlandırılan,
varoluşu yok oluşa bağlayan bu felsefi görüşün müritlerinin edebi eserlerinde
tüm bu durumun verdiği duygusal bunalımı hissetmek mümkündür.
SADECE CENNETİ YARATIP KÖTÜLERİ YOK ETSEYDİ
Sadece cennet yaratılsa ve kötüler cehenneme gönderilmektense
yok edilseydi, kötülükler ceza almadıkları için adalet aslında sağlanmamış demek
olacaktı. Merhametli bir Tanrı, kötülere bile acıyıp ceza vermeseydi, onun
gerçekten merhametli olduğunu söyleyebilir miydik? Bunu yapması mazlumların
öcünü almayarak onları gözetmediği anlamına gelmez miydi, bu da başka bir
merhametsizlik örneği olacaktı. Allah’ın merhametli sıfatı ancak adaletli oluşu
ve gerektiğinde intikam alan bir Tanrı oluşu ile anlamlanır. Kötüleri yok
etmeyi seçseydi, kötülerin yaptıkları yanlarına kalacaktı. Oysa Allah’ın
kurduğu sistemde böyle olmuyor. Dahası, kötüleri yok edeceğini bildirseydi;
belki de bizler kötülük yaptığımızda, çok kötü bir insana dönüştüğümüzü
gördüğümüzde, “en azından bir bedelini ödemeyeceğim, bir müddet var olup
öleceğim.” diyerek yeterince iyi insan olmak için çabalamayacaktık.
CENNET-CEHENNEM VAADİ İRADE SAHİBİ OLUŞUMUZU TATMİNKAR KILAR
Tüm bu açılardan baktığımızda, dünyanın imtihan yeri oluşu
düşünüldüğünde, Allah’ın cennet-cehennem vaadi en akılcı ve en tatminkar
vaattir. İmtihan da ancak insanın iyi olan şeylere de kötü olan şeylere de
meyil gösterebilen canlılar olması ile anlam kazanır. İnsan iyi olan veya kötü
olan bir şeye meyil gösterebilir. Kendisini geliştirebilmesi, terbiye etmesi,
çabalaması sonucu kişi kötü olandan yüz çevirip iyinin peşinden giden bir birey
olabilir.
Allah olmadan ahlakın belirsiz olduğu bir sistemde, Allah’ın
inananları cennet ile motive etmesi neden kötü olsun ki? Allah’ın inananlara
ümit ve mutluluk vermek için motive etmesi niye zorunuza gidiyor? Bu da
Allah’ın bir merhameti bizlere.
Bu yüzden, cennet vaadi de cehennem vaadi de oldukça tutarlı ve
tatmin edicidir. Var olmamızla da, irade sahibi kişiler olmamızla da, buranın
imtihan yeri olması ile de örtüşen vaatlerdir. Üstelik cennet Allah’ın razı
olması duygusunun tadıldığı, cehennem ise Allah’ın yüz çevirdiği duygusunun
tadıldığı yerlerdir.
Yukarıda anlattığım gerçekler düşünüldüğünde, ateizmin insanın
içsel sancılarına, vicdan duygusuna ilaç olamayacağı aşikardır. Allah’ın
varlığı insanın psikolojisini temelde sağlıklı kılacak ilk kavramdır, vaatleri
de psikolojimizi bir o kadar sağlıklı kılar. Allah tüm içsel ayetlerimizi
yaratan (vicdanı/bize iyi veya doğru gelen duygu düşünceleri oluşturan)
olduğundan, içsel ayetlerimizle uyumlu bir din indirmiştir. Allah’ın her vaadi
içimizdeki en temel ihtiyaçlara cevap vermektedir.
Söylediğim gibi, insan iyi olan bir şeyi ya da kötü olan bir
şeyi arzulayabilir. Tüm bu arzuları hatırlatırken belirtmeliyim ki tabi ki
Allah’ın çirkin olarak ifade ettiği bir şeyi çirkin bulmak, -ensesti çirkin
görmek gibi- mesela zinayı, zina yapanları çirkin bulmak, bu davranışları
hatırladığında hoşlanmamak ve yapmamak, hoşlanıp yapmamaktan çok daha takvalı
bir davranıştır. Çünkü Kuran’da art niyetli olmamak, güzel düşünmek, kötü
düşünceleri kötü dürtüleri savmak, kalbin temizliği gibi kavramlar yer
almaktadır. Bize düşen, mümkün olduğunca güzel duygu ve düşünceleri
benliğimizde taşımak için gayret göstermektir.
Cennet arzusu duymak ise, Kuran’da yasaklanmamıştır. Tam
tersine, cennete dair pek çok güzelliğin anlatılması, insana cenneti
hatırlamasının güzel bir şey olduğunu göstermektedir. Demek ki Allah da bizim
cennet ile motive olmamızı hoşnut buluyor. Bu açılardan bakıldığında, cenneti
arzulamak-istemek hem helal olan bir ihtiyaç, hem de motive edici,
psikolojimizi sağlıklı tutan bir araç.
Cennet vaadi insanı ilk etapta dine çekebilir, tekrar var olma
ve hatta çok ihtişamlı bir yer ile müjdelenme fikri insana cazip gelebilir.
Dini araştırma, dini yaşama hevesi verebilir. Evet, hatta bunlar bile belki
cennet ile müjdelenmemizdeki hikmetlerden biridir.
ALLAH’IN RAZI OLMASI CENNETTEN DAHA BÜYÜK BİR MÜJDEDİR
Gerçek bir inanan, gittikçe takvasını arttıran bir kişi, Kuran’ı
gittikçe anlayarak inceleyen ve uygulayan insan görecektir ki, önce Allah’ın
rızasını hedeflemek, daha sonra cennet ile müjdelenmek doğru olandır.
Gerçek bir inanan, takvasını Allah’ın rehberi Kuran ile inşa
eden kişi de, yaptığı iyi fiilleri “cennette de belki bir köşküm olur, cennette
de ne güzel takılırım, hadi bakayım şu fakire de sadaka vereyim cennet
koltukları zevk sefa beni bekler” duygusu ile yapmaz. “Allah inşallah benden
razı olur, inşallah iyi bir insan olurum şu kötü özelliklerimi düzeltirim,
Allah belki beni affeder, belki de cennet yurduna girenlerden olurum” şeklinde
düşünür. Yani önce Allah’ın rızasını, affını, en gözde kullarından olmayı
arzulayarak hareket eder. Cenneti istemek ise, yukarıda saydığım ihtiyaçların
ve helal arzunun getirdiği bir duygudur. Allah’ın rızasını ve affını istemekten
sonra gelir. Gerçek bir inananın aklına ilk gelen Allah’ın rızasını kazanmaktır.
En büyük olan vaat budur. Cennetten de büyüktür. Bu gerçek Tevbe Suresi’nde
cennet ile müjdelenen müminlere hatırlatılmıştır:
Allah, mümin erkeklerle
mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaat etmiştir. Sürekli
kalacaklardır orada. Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etmiştir. Allah’ın
rızası ise hepsinden büyüktür/yücedir/üstündür. (Hepsinden büyük bir ödüldür)
İşte bu en büyük kurtuluştur.
(Tevbe Suresi, 72.ayet)
Görüldüğü gibi, Allah bu ayette, kendi rızasının cennetten daha
büyük olduğunu bildirerek, kendi rızasını kazanmanın cenneti kazanmaktan daha
üstün/yüce/daha önemli bir ödül olduğunu bildirmiş olmaktadır. Öyleyse, Allah
kendi rızasını cennetten daha büyük bir ödül olarak müjdelediyse, bir mümin
için de, Allah’ın rızasını kazanmak cenneti kazanmaktan daha büyük bir müjde
olmalıdır.
Üstelik de zaten cennet, Allah’ın razı olduğunu bilmenin
getirdiği duyguları yaşamayı sağlar.
İnanan insanların, Allah’a varmak için çalışıp didindiklerine,
Allah’ın rızasını arzulayarak iş yaptıklarına da şu ayetlerde dikkat
çekilmiştir:
Ey insan! Sen Rabbine
varmak için çok didinecek, sonunda O’na kavuşacaksın!
(İnşikak Suresi, 6.ayet)
Onlar Rablerinin rızasını
isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, rızık olarak verdiğimiz
şeylerden gizli ve açık bağışta bulunurlar, kötülüğü de iyilikle savarlar.
Dünya yurdunun hayırlı sonu işte onlar içindir.
(Rad Suresi, 22.ayet)
Allah, cenneti kazanmak için uğraş vermek yönünde pek çok ayet
bildirmiştir tabi ki, zaten bu durumun, var olmamızın getirdiği kaçınılmaz
isteklerle uyumlu olduğunu belirtmiştik. Kendimizi Allah’a kulluk etmek için
adayan varlıklar olarak, var oluş amacımızın O’na kulluk etmek olduğunun
bildirildiği ayetlerle uyumlu olarak da; Allah en başta kendimizi onun rızasını
kazanmaya adamamızdan bahsediyor. Yani, mümin, cenneti kazanmak için de
Allah’ın rızasını kazanmak için de çalışırken Allah’ın rızasını daha üstün
görmelidir. Çünkü Allah bunu daha üstün ve daha temel muhtaçlık olarak
bildirmektedir.
İnsanlardan öylesi de var
ki kendini Allah’ın rızasını kazanmaya adar.
Allah kullarına çok
şefkatlidir.
(Bakara Suresi, 207.ayet)
Allah’ın rızasını arzulayarak hareket etmek hakkında da birçok
ayet vardır onlardan bazılarını hatırlatmaya devam edelim:
Sabah-akşam Rablerinin
rızasını dileyerek O’na dua edenlerle beraber sabret.
(Kehf Suresi, 28.ayet)
İnsanların malından size
artış sağlasın diye faizle verdiğiniz şeyler Allah katında artmaz. Allah’ın
rızasını gözeterek verdiğiniz zekat cinsinden şeylere gelince: İşte bunu
yapanlar, kat kat arttıranların ta kendileridir.
(Rum Suresi, 39.ayet)
Cennet arzusunun ilk başta helal bir arzu olduğunu, bir ihtiyaç
duygusu ve motive kaynağı olduğunu belirttikten sonra, Allah’ın rızasını
istemenin bir mümin için cennetten önce geldiğini de böylece özetlemiş olduk.
Allah bazen de bu iki büyük ödülü hatırlatarak da bizleri motive eder:
Rabbinizden bir
bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan cennete doğru yarışır gibi koşuşun.
O, takva sahipleri için hazırlanmıştır.
(Ali İmran Suresi
133.ayet)
Rabbinizden bir affa ve
Allah ile resulüne inananlar için hazırlanmış bulunan, eni de yerle göğün eni
kadar olan bir cennete doğru yarışarak koşun. Bu, Allah’ın onu isteyene
vereceği bir lütuftur. Allah, büyük lütuf sahibidir.
(Hadid Suresi, 21.ayet)
Bazı Müslümanlarda önce cenneti gözeterek iyi insan olmayı
eleştirenler mevcut, genellikle bunu önce Allah’ın rızasının gözetilmesi
gerektiğini hatırlatmak için yapıyorlar. Evet, bizlerin iyi birer insan
olmasında cennet müjdesinin büyük bir etkisi, motive edici yanı olabilir.
Cennet gibi bir çıkarın olması bizi iteklese de, gerçek bir inanan için en önce
Allah’ın rızasını istemek gelir.
Bazı spiritüal inançların, İslam inancına sızdırılmaya
çalışıldığı Tasavvuf adı altında, aslında İslam ile alakalı olmayan bu şirk
dininde, cenneti istemekle alakalı sapkın ifadeler yer almaktadır. “Cennet
dediğin ne ki birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver onları, bana seni gerek
seni” cümleleri ile; Allah’ın büyük bir müjde ve delil olarak getirdiği vaade
istemem diyerek hadsizlik gösteren, temelde de “Allah ile
birleşme/tanrılaşma/Allah ile bir olma” gibi sapık duyguları Müslüman inancına
aşılamaya çalışmışlardır! Oysa Kuran’ın gösterdiği önce Allah’ın rızasını
istemek, sonra cenneti istemektir.
ATEİZMİN YOK OLUŞ VAADİ MUTSUZLUK-DUYGUSAL ÇÖKÜŞ SEBEBİDİR
Allah’ın ahireti vaat etmesinin psikolojik duygularımızı tatmin
ettiğini gösterdikten sonra, ateist bakış açısının ise, ahireti reddederek
insanın duygusal bir çöküş yaşamasına neden olduğunu başlıca dört nedenle şöyle
özetleyelim:
Ateist yaşamın kişiye vereceği ilk mutsuzluk, yok olma
düşüncesidir. Var olmanın; sonunda yaşanılanların ve kendimizin, yok
olacağından anlamsız oluşu, ateizmin insana verdiği en büyük bulantı sebebidir.
Ateistler, tekrar var olma arzularını dindiremediklerinden, tamamen yok olma
duygusu kendilerine ağır geldiğinden, “bu hayata kalıcı bir eser bırakarak
ölümsüz olma” hayaline kapılırlar. Öldükten sonra birilerinin kendilerini
övmesi, kendilerini beğenmesi amacı ile tatmin bulmaya çalışırlar. Bu yüzden
beğenilen bir sanat eseri yapmak, toplumun tarihini değiştirmek, buluş yapmak
gibi kalan zihinlere isimlerini kazıma hayali duyarlar. Gerçek inananlar ise,
geride bıraktıkları insanlara önce Allah’ın yoluna çekecek öğütler bırakmayı
arzularlar. İnsanların zihinlerinde isimleri kalmasa bile, hatta yapayalnız
olsalar bile, Allah’ın kendilerini gördüğünü bilir; takdir edileceğini,
ahirette tanınan bir insan olmayı arzularlar. Çünkü inanan bir insan bilir ki,
ateistler dünyaya isimlerini yazdırmaya çalışarak, aslında zaten yok olacak bir
dünyaya, yok olacak insanlara yatırım yaparlar; yani öldükten sonra bir müddet
anılacak isim bırakma hayali ile sonuçta gene boşa çıkan, yok olacak bir şeyle
ümitlenmektedirler.
Dahası, ahiretin varlığı için ve Allah’ın rızasını kazanmak için
mücadele etmek; insanı sıradan bir hayat yaşadığı duygusundan kurtarır.
İnsanların sıradan gördüğü bir hayatı yaşayan ateist, aşağılık duygusuna ya da
önemsiz olma duygusuna kapılırken; inanan bir insan, sıradan görülen bir hayata
sahip olsa bile Allah için yaşadığı müddetçe, Kuran’a ismini yazdırmış insanlar
gibi örnek bir hayat yaşıyor olma ümidi kurar. Bu da ateizmin, sıradan bir
hayat yaşayan insanlara, popüler olamamış insanlara vereceği ikincil duygusal
çöküş sebebidir.
Üçüncü mutsuzluk sebebi ise, kötülerin yaptığı onca zulmün,
işkencenin, sapıklığın bedelini ödemeyecek oluşlarıdır. Ateizm varlık
anlayışına göre, tecavüz edip paçayı kurtaran onca kişi, kendileri gibi bir
müddet hayat yaşayıp yok olacaklar, ceza göremeyecekler. İnternette onca
haksızlık, adaletsizlik karşısında köpüren ateistlerin intikam duygusu hiçbir
zaman tam anlamıyla tatmin olamayacaktır. Onlar, onca sapık insana “şöyle
işkence edilsin, böyle mahvolsunlar” diye lanet ederlerken, bu isteklerinin
tatmin edilemeyeceğinin farkındadırlar. İnsan eli ile belki adalet bulmalarını
dileyip dururlar.
Dördüncü mutsuzluk sebebi ise, kişinin sevdiği kişilere ve
sevdiği şeylere bir daha kavuşamayacak oluşudur. Sevdiği şeyleri tekrar
tadamayacak, dünyada iken kaybettiği bir yakınına tekrar kavuşma hayali
kuramayacaktır.
Elbette bu maddeler arttırılabilir, bunlar benim aklıma ilk
gelenler.
KONUYLA
ALAKALI ŞU YAZILARI DA OKUYABİLİRSİNİZ:
Allah cennet vaat etmeseydi biterdik:
Sonsuz azap görmenin haksızlık olduğunu iddia edenlere cevabım:
Cenneti
istemenin kötü bir şey olduğunu iddia eden ateistlere cevaben Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğundan
bahsetmenin yani ahlakın var olmasının ancak Allah inancı ile mümkün olduğunu
da hatırlatmak isterim. Konuyla alakalı yazılar şunlar:
Dünyaya gelmeyi ben istemedimci ateistlerin ahlak anlayışının tutarsızlığı
İyi insan nasıl olur? Allah'ı umursayan kurtulur
Ahlaki anlayışı Allah belirler, neden?
Allah rızası için iyilik yapmak samimiyetsizce mi?
Madem cennetten bahsettik, yazıya huri kelimesinin geçtiği
bir alıntıdan örnek verdik, yeri gelmişken Kuran’ın orijinal metninde göğüs
tomurcuklanması gibi bir ifadenin geçmediğini de hatırlatalım.
Hatta Kuran’da cennette cinsel hayat hakkında bir ayrıntı
verilmediğini, hurinin seks partneri anlamına gelmediğini de belirtelim,
cennette helal arzularımız olacaktır, orada Allah neyi helal görürse onu
arzulayacağız, nasıl bir cinsel hayatın olacağını hatta olacak mı bilmemekteyiz.