Kuran kıssaları çok hassas mesajlarla doludur. Üzerine
düşündükçe çeşitli dersler çıkarmak mümkündür. Allah, O’nun huzurunda
insanların cinsiyete, zenginlik-fakirliğe göre, yaşa göre, mesleğe, ırklarına
göre değil; sadece takvalarına göre derecelendirildiklerini bizlere
bildirmiştir. (Bkz: Hucurat 13) Bildirmekle kalmamış, bize yaşamlarını örnek
gösterdiği Peygamberlerin bazıları hakkında ayrıntılı bilgiler vererek bu konu
üzerinde de düşünmemizi sağlamış.
Yusuf Peygamberin bir evde hizmetli olduğunu, babası Yakup
Peygamberin çobanlıkla uğraştığını, Musa Peygamberimizin sarayda yetiştirilmiş
bir genç olmasına rağmen ileriki yıllarda aranılan bir suçlu olduğu ve
evlenerek bir yerde birkaç yıl çobanlık yaptığını, Süleyman Peygamberimizin ise
çok büyük bir devleti miras alıp Kral olduğu gibi ayrıntıları; Kuran bize
bildirmiştir.
Yusuf Peygamberimiz, hizmetli olduğu dönemde, toplumunun
içinde düşük statülü bir konumdaydı. Musa Peygamberimiz de çobanlık yaptığı
dönemde toplumunun ileri gelenlerinden olmadığını –statü, makam, zenginlik
anlamında- anlayabiliriz. Süleyman Peygamberimizin ise Kral olarak toplumunun
içinde en yüksek görülen dünyevi makama ulaştığını düşünmek mümkündür.
Buradan çıkarılacak bir sürü sonuç elbette vardır,
bunlardan biri, müminlere dünyaya değil önce ahirete yatırım yapmaları
gerektiğini, Allah katında onu üstün kılan şeyin TAKVA olduğunu hatırlatmaktır.
Bence bir başka önemli sonuçta, insanlara dünyevi
statülerine göre değil, takvalarına göre yaklaşmamızın bizim için çok daha
hayırlı sonuçlar doğuracağıdır. İnsanlarla kurduğumuz yakınlıkların bizim
manevi dünyalarımıza bazı katkıları veya zararları olur. Allah’tan sakınma
duygusu öyle bir duygudur ki, cebindeki paraya, kariyere, okunulan okula,
insanların sana olan saygısına filan bakmaz. Kalp ve akıl işidir.
Eski zamanlarda tüccarlar ve krallar halkın ileri gelenleri
konumundaydı. Şimdi hem zenginlik yüksek bir makam olarak görüldüğü gibi,
okunulan okullar ve kariyer ile de toplumunun ileri gelenlerinden sayılmak
mümkün. Okunulan okul, alınan eğitime denk görülüyor. Halbuki gerçekte eğitimli
birey demek, ahlaklı, diğer canlıların haklarına saygılı, insancıl, iyilikten
yana vs demek olmalı; çünkü bir sürü yüksek dereceli okulları bitirip bir o
kadar topluma zararlı, saygısız, kötü insan da var. Allah kitap yüklü eşekler
diye bir tabir kullanmıştır Kur’an’da (Bkz: Cuma 5). Bir insan size çok çeşitli
alanlarda muazzam bir şekilde kendini geliştirdiğini, bilgi sahibi olduğunu
gösterebilir, böyle insanlara toplumumuz kültürlü der. Kur’an açısından ise,
gerçek ilim sahipleri, kalbini ve aklını Allah yolunda çalıştırmış, sorgulamış,
Allah’ın kitabını öğrenme yolunda doldurmuş kişidir; görüldüğü üzere ilim
sahibi olmak hangi diplomaya sahip olunduğuna göre değil, Allah’ın kitabını öğrenme
konusunda ne kadar çaba gösterildiğine bağlıdır.
Toplumumuzda bir salona girildiğinde, belki hırsızsınız,
belki dünyanın en şeref yoksunu işlerini yapmış birisiniz; eğer cüzdanınız dolu
ise insanlar size ahlakınıza göre değil cüzdanınıza göre, servetinize göre
saygı gösterir. Pahalı bir giysi mağazasında çalışanlar size ne iş yaptığınıza,
ahlakınıza göre değil, tamamen zengin olduğunuz ve alışveriş yapabildiğiniz
için saygılı davranır. Allah katında ise tüm bu anlattığım adaletsizliklerin
yeri yoktur. Allah bizi, kotumuzun markasına, diplomamıza, cinsiyetimize, hesap
cüzdanımıza göre değil TAKVAMIZA göre değerlendirir.
Maalesef bazen, Allah yolunda çalışanlarda bile, bu
önyargılı yaklaşımları sezebiliyorum. İnsanlar arasında şöhret, statü, dünyevi
derecelerimiz; bize yaklaşımları ve bize karşı davranışlarında çok çok etkili
olabiliyor–farkında olabilirler, olmayabilirler- Hayata çok zengin bir ailenin
oğlu olarak başlamanız, yahut çok ekstrem bir mevkide yer almanız; sizi takva
yolunda gayret göstermek isteyenler arasında dahi daha şöhretli kılabilir. Elbette
burada müminlerin kendi benliklerini sorgulaması gerekir. Çünkü, bize takvamız
yönünde kimin çok güzel etkisi olacağını, kimin ilim derecemize güzel katkılar
yapacağını biz bilemeyiz. Allah yolunda 10 dakika sohbet etme imkanı olduğunda,
gönlümüz sohbetin manevi doyuruculuğundan ziyade, bir belediye işçisindense
daha yüksek mevkideki bir insana kayıyorsa; kendimizi sorgulamamız gerekir.
Müminlerin, kardeşleri arasında dünyevi statülere göre değil, kendisine
kattıkları yönünde değerlendirme yapması gerekir. Çünkü, hayırlı ilişkilerin
temelini adil yaklaşım tarzı oluşturur.
Bu bahsettiğim konuda, Kuran okurken düşünmek adına hayali bir örnek
oluşturdum. Süleyman Peygamberin ve Musa Peygamberin aynı dönemde yaşadıklarını
farz edelim. Bizim de onların dönemine denk geldiğimizi hayal edelim. Diyelim
ki, Süleyman Peygamberimize Krallığı döneminde denk gelme ve sohbet etme
imkanımız oldu; Musa Peygamberimize de bir seyahat esnasında çobanlık yaparken
denk geldik (Yahut hizmetli olmuş Yusuf Peygambere). Henüz ikisinin de
Peygamberliğinin açığa çıkmamış olduğu bir dönem olsun, yani Peygamber
olduklarını filan bilmiyoruz, ama mümin yönlerini de göz önünde bulundurduk
diyelim. İşte tam da bu anlattığım noktada insanları konuşmalarına göre
değerlendirdiklerini düşünen insanların çoğunun; Süleyman Peygamberi çok daha
tatlı bulacakları görüşündeyim. Süleyman Peygamberi takip etmek isteyecekler,
onunla daha yakın olmak isteyecekler, Süleyman Peygamberin kendilerine
gösterdiği yakınlığı ve ilgiyi daha değerli görecekler, onun sözlerinden daha
fazla yararlanmayı isteyecekler. Konu manevi bir şeyler katma olsa dahi, istek manevi
dostluk kurma olsa bile daha fazla güvenecekler en azından yüksek statülü
biriyle yakınlık kurulduğunda daha fazla değerli olduklarını daha önemli bir
dostluk kurduklarını düşünecekler… Müminlerden bahsetmiyorum burada, genel
olarak insanlarda gözlemlenen bir tutumdan bahsediyorum, mümin olan insanlarda
da böyle hatalar olabilir. Müminler de farkında olmadan böyle ayrımlar yapıyor
olabilir. Bizlerin insanlara yaklaşımda daha adil bir tutum sergilememiz
gerekir. Bir insanın kendimiz için değerli olduğunu, statüsüne göre değil de
takvasına göre olduğunu düşünüyorsak ve hissettirebiliyorsak, hayırlı kazanımlar yönünden bir sıfır
ilerlemişiz demektir.
Halkımızda da bu bahsettiğim davranışı en basit bir örnekte
görebilirsiniz. Bir politikacı, ünlü bir sporcu, çevrelerinde daha sıradan
gördükleri statüdeki insanlardan çok daha sevimli ve övgüye-beğenilmeye değer
gelir. Güzelliğin bile önemi kalmaz, statü öyle bir şeydir ki güzelliğiniz
normal seviyede bile olsa, sizi bir anda diğer insanlardan çok daha havalı
yapar. Tabi burada insanlara güzelliklerine göre daha fazla saygı duyalım,
insanlarla fiziki güzelliklerine göre dost olalım demiyorum. Bir insanın yüzünü
fiziken güzel bulmadık diye, nasıl ki onu elinde olmayan bir şeyden ötürü aşağı
görmeye hakkımız yoksa bu adaletsiz bir tutum olacaksa; başka bir insanı da
sırf güzelliğinden ötürü saygınlaştırmak da adaletsiz bir tutum olacaktır.
Bizler, mümin olmak istiyorsak, insanları en karizmatik yapan şeyin, Allah’a
bağlılık duygusu olduğunu idrak etmeliyiz. Etmeliyiz ki, hayatımızda Allah’ın
gösterdiği değerler daha da merkezde olsun. Allah’ın öğütlerini yerine
getirmede başarılı olalım. Bu gerçeği idrak edelim ki, Allah’ın verebileceği
hayırlara daha da layık olalım. Sevdiğim biri, “insanları yüzlerinin
güzelliğine göre, seslerinin güzelliğine göre değil; Allah’a gösterdiği
yakınlıklarına göre sevmeli müminler” demişti. Böyle yapmalıyız ki, daha adil
tutumlar sergileyelim, Allah’ın hayırlarına daha açık olalım, birilerini bu
sebeplerden sevimli görürken diğer insanları farkında olmadan aşağı görmeyelim.
Dini tebliğ etmeye çalışan insanları görüp, bazılarını sırf
sesini beğenmedikleri için aşağı gören, sırf bu yüzden bazısını beğenmeyenler
görüyorum. (Kaba bir şekilde tebliğ yapanları beğenmemekten bahsetmiyorum sırf
ses güzelliğinden ötürü aşağı görmekten bahsediyorum.) Halbuki, biz bir insanı
ilim açısından dinliyorsak ilmini değerlendirmeliyiz, sesinin güzelliğinden
ötürü zaten aşağı görmemeliyiz.
Kimin en çok hidayet sahibini olduğunu yalnızca Rabbimizin
bildiği bildirilmiş. (Bkz: Enam 117) Öyleyse insanlara sırf isimlerinin
önündeki unvandan ötürü, daha düşük statüdeki bir kardeşimizden daha saygıya
değerlermiş gibi davranmayalım. Dostluklarımızı kurarken eğer ki bizlere
katacakları ilimlere ve takvalarımıza verecekleri katkıyı hesaba katıyorsak; bu
katkının dünyevi statülerinden bağımsız olduğunu, bize manevi katkının kimden
geleceğini en iyi Rabbimizin bildiğini unutmayalım:
Katından
kimin hidayet getireceğini ve bu yurdun sonunun kimin olacağını Rabbim daha iyi
bilir. Şu bir gerçek ki zalimler iflah olmazlar. (Kasas Suresi, 37.ayet)
Bize güzel katkıları toplumumuzda eski zamanların çoban
statüsüne denk gelen biri de yapabilir, eski zamanların kral statüsüne denk
gelen biri de. Eğer ki biz, dünyevi şeyleri sevimli bularak, Musa Peygamber
gibi çok yüksek takvalı bir kardeşimizi statüye verdiğimiz değerle kaybeder,
onu önemsemezsek; insanlardan alabileceğimiz güzel katkıları kaybedebiliriz.
Düşünsenize, gerçekten de anlattığım örnekte olduğu gibi, dünyevi bir zaafa
kapılıp, bir insanı sırf çoban diye bir iki hoş sohbet yapıp o kadar da kale
almadığımızı, daha sonra da o insanın PEYGAMBER çıktığını yahut PEYGAMBER
TAKVASINDA ALLAH KATINDA MEĞERSE ÇOK DEĞERLİ bir insan olduğunu düşünelim.
(Tabi bu saatten sonra Ahzab 40’dan yola çıkarak Peygamber filan gelmeyecek, anlatmak
istediğimi size ulaştırmak için eski zamanlarda yaşadığınızı varsayın) Eminim
Allah vicdanımızı temizlediyse, çok çok utanırdık. Eğer bir insanı sırf
statüsünden ötürü farkında olmayarak aşağı hor görüyorsak, statüsü yüksek bir
mümini daha sevimli görüyorsak daha yakınlığa değer görüyorsak, kendimizi
sorgulamamız gerekir. Allah türlü olaylarla, bizi kalbimizdeki bu tutumla
yüzleştirebilir ve utanabiliriz.
Musa çobandı, Süleyman Kraldı derken anlatmaya çalıştığım
gerçek bunlar, insanlara olan tutumlarımız ve haksız tavırlarımız...
Allah yolunda yaşayan insanlar da bile, sırf statüsü düşük
biriyle muhatap olurken, konuşmalarına daha az dikkat ettiklerini saygıyı
bozarak konuşabildiklerini gördüm. Evlenirken, güzellik-makam mevki gibi
kıstasları da değerlendirebileceğimizi Kuran üzerinde görebiliriz (en hayırlı
olan evliliğin Allah yolunda kazanacağımız çıkara göre olduğunu idrak etmekle
birlikte, Kur’an’a göre evlilik anlamında başka kıstaslara ve amaçlara göre de
hareket edebiliriz.)
Toplumsal ilişkilerde ise, insanlar arasında
zenginlik-fakirliğe göre değil adalet kıstası ile hareket etmemizin
emredildiğini, müminlerin statü ayırt etmeksizin kardeş ilan edildiklerini
görebiliriz. (Bkz: Nisa 135, Hucurat 10) Biz farkında değiliz ama Allah bizi
değişik olaylar yaşatarak benliğimizle yüzleştiriyor. Burada şöyle şeyler
gördüm derken, kendimi aklamıyorum, ben süperim de demiyorum; bunlar kendime de
yaptığım hatırlatmalar. Savaşta birlikte saf tutarak savaşan müminlerin ya da
mescitte birlikte ibadet edenlerin; statülerinin değil Allah’a karşı
duygularının ortak noktası olması gerçeği ile insanlara yaklaşımımızı tekrar
sorgulayalım diyorum. İnsanları ahirette onura ne kadar layık olduklarını açığa
çıkartacak şey Allah’a yakınlıklarıdır. Biz de dünyada yaşarken sırf dünyevi
statülerden ötürü kimi insanlar daha az insan onurunu ve saygıyı hak ediyor
gibi davranmayalım. Gerçek müminler insanlara saygılı davranmada statü ayırt
etmezler. Patron da olsa çalışanına saygılı olması gerektiğini, hizmet aldığı
bir elemana da saygı duyması gerektiğini bilir. Allah katında dünyevi
statülerimizin önemi yok. Allah tarafından toplumsal barışı ve huzuru sağlama
konusunda, toplum içinde insani anlamda her birimizin değer ve saygı görmemiz
yönünde bir din indirilmiş çok şükür ki. Yaşı büyük bir mümin, otomatikman daha
ilim sahibi veya takvalı olmuyor mesela. Toplumumuz içindeki haksız algıları
yerle bir eden bir kitabımız var, çok şükür.
Dünyevi statülerle birbirini ezen, hor gören insanların
varlığına rağmen; bu yazının en önemli anlatmaya çalıştığı şey, hem kendimizi
hem de başkalarını dünyevi statülere göre değerlendirmememiz gerektiğidir. Her
konumdaki insanın, saygıya ve yakınlığa (Allah yolundalarsa dostluğa) layık
olabileceğidir. Adil bir tutumla, insanlar arasında zengin-fakir, kariyer
sahibi-kariyeri düşük gibi değerlendirmelere girmememiz gerektiğidir. Eğer
ciddi anlamda Allah yolunda dost olarak insanlara yaklaşıyorsak, onların
statülerinin değil; Allah yolunda yansıttıkları çabaların bizim için hayırlı
olabileceğini görmemizdir. Bir de bu yazının konusu dünyevi statüler için
değil, en önce Allah katındaki statümüz yani takvamız için çalışmamız
gerektiğidir.
Konuyla alakalı yeri gelmişken, müminler, inkarcı-müşrik
kimselerle dost olabilir mi sorusu hakkında şu detaylı çalışmamı okuyabilirsiniz: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/04/inkarc-kafir-allaha-dine-inanmayan.html
Yazınız çok güzel, şu bölüm özetlemiş aslında:
YanıtlaSil"Düşünsenize, gerçekten de anlattığım örnekte olduğu gibi, dünyevi bir zaafa kapılıp, bir insanı sırf çoban diye bir iki hoş sohbet yapıp o kadar da kale almadığımızı, daha sonra da o insanın PEYGAMBER çıktığını yahut PEYGAMBER TAKVASINDA ALLAH KATINDA MEĞERSE ÇOK DEĞERLİ bir insan olduğunu düşünelim. Eminim Allah vicdanımızı temizlediyse, çok çok utanırdık. Eğer bir insanı sırf statüsünden ötürü farkında olmayarak aşağı hor görüyorsak, statüsü yüksek bir mümini daha sevimli görüyorsak daha yakınlığa değer görüyorsak, kendimizi sorgulamamız gerekir. Allah türlü olaylarla, bizi kalbimizdeki bu tutumla yüzleştirebilir ve utanabiliriz."
İnsanların birçoğu bu yazınızı okuyunca size hak verecekler, fakat uzun vadede yine zengin olanı, kariyeri olanı, çevresi olanı, şöhreti olanı kayıracaklar. Bu, müminlere yakışmayan bir özellik. Parası olmayan takvalıyı önemseme, parası olanın en ufak bir hayrı büyüsün de büyüsün.
Bence öyle iyi bir hale gelmeli ki bu durum; zengin, şöhretli, kariyeri ve çevresi olan bir mümin, fakir, tanınmayan, unvanı ve çevresi olmayan fakat takva olarak daha ileride bir mümini kendine örnek almalı. İnşallah bu güzel yazınız vesilesiyle, Rabbimizin üstünlüğünü takvada (korunup sakınmada) olduğunu akıldan çıkarmayız.
Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. (Hucurat Suresi, 13)