Allah var deyip, yokmuş gibi
yaşayan insanlardan bahsetmek istiyorum bu yazıda.
Deistlerden (Tanrının varlığını
kabul edip, dinleri reddeden insanlardan) bahsetmeyeceğim, yanlış anlaşılmasın.
Agnostisizm ve ateizm arasında gidip geldiğim ama bir yandan da Tanrıyı arayan
biri olduğum yıllarda, tamamen vicdani ölçütle, deizm bana saçma gelirdi. Zira,
“Tanrı varsa ve tüm bu kainatı-kulları yarattı ise, onların yapıp ettiklerine
umursamaz olamaz” diyordum. Nitekim, Kainattaki en ufak bir zerreden, anne
karnında doğup büyüyen bir çocuğa, bulutlara, yıldızlara dek; küçük-büyük her
bir detayın muazzam bir planla yaratılıp, devamının sağlandığını görünce;
Yaratıcının en ufak bir atomdan, büyük bir gorile, Jüpiter’e dek her an her
saniyeyi bilgisi ile devam ettirdiğini iyice anlayınca; Tanrının her an her
saniye, yarattığı buraları (dolayısıyla bizleri) umursadığını anladım.
Deistlere de biraz sataştığıma göre, devam edeyim.
Bu yazıda “Allah var deyip, yok
gibi yaşayanlar” diyebileceğimiz kesim, İslam ile bir sorunu olmadığını iddia
eden, Allah’ı ve Son Peygamberi kabul eden, Ahireti reddetmeyen ama dinle
ilişkisi sadece “ben Allah’a Ahirete inanıyorum” demekten öte gitmeyen
insanlar. Bu insanların hayatında öncelikle dini bir kaygı göremezsiniz.
Yaşantılarında Ahiret kaygısı göremezsiniz. Allah’a karşı umursamaz ve duyarsız
olduklarını çok net bir biçimde görürsünüz. Dini bir sohbet açtığınızda sizle
bir iki sohbet ederler ama eğer siz dindar yaşayan bir insansanız, sizinle uzun
süre vakit geçirmekten rahatsızlık duyacaklardır. Bu insanlar dediğim gibi,
sadece Allah Ahiret var derler, her hangi bir inkar cümlesi kurmazlar ama Allah
ile ilişkileri sadece bu tek sözden ibarettir.
Şu ayette yapılan uyarıda olduğu
gibi, inanıyorum demenin yeterli olduğunu sanan, yani işin ciddiyetini iyice
içlerine sindirememiş kişilerdir bunlar:
İnsanlar, “inandım” demekle
bırakılacaklarını ve imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar? (Ankebut Suresi,
2.ayet)
Bu ayet, net bir şekilde, sadece
inanmanın kurtarmayacağına dikkat çekiyor. Kur’an’ın bütününe bakarsak ise,
bizi kurtaracak şeyin, iman ederek Allah’ın emir ve yasaklarına titizlik
gösteren biri olmak olduğu görülür. Bu amaç doğrultusunda, Allah’ı umursayan
bir tavır göstererek, gayretle çalışırsak kurtulabileceğimiz gerçeği anlatılır.
Bu anlamda da, başımıza bazı sınavlar geleceği de bize bildiriliyor. Bu sınavların
da bizi salih, içten bir kul olmamıza yararı var aslında, sınav görünürde
sıkıntılı-kötü olsa da, Allah’ın sözünü dinleyenler için Allah’a güzellikle
ulaştıran, hayır yolunda birer basamak niteliğindedir.
Geçenlerde bir tanıdığımla gün boyu
vakit geçirdim. Kendisi çok iyi bir üniversitenin iyi bir bölümünden yeni mezun
ve birkaç aydır işsiz. Bu arada, kendisine daha önce birkaç kere Gerçek İslam
denilen dinin Kur’an’da olduğunu açıklamış, hatta pek çok konuda dinin ne
dediğinden bahsetmiştim. Gün boyu canının sıkkın olduğunu görünce, kendisine
dedim ki “inanıyorum diyorsun, dini reddetmiyorsun, peki dine dönmeyi
düşünmüyor musun?” Açıkça düşünmediğini söyledi. Hatta, eğer iş bulursa
sıkıntısının çözüleceğini düşündüğünü söyledi. Ben de dedim ki, “yoooo, hayır.
İş bulsan da sana yetmeyecek. İş bulunca da bu sefer başka şeylerden
yakınabilirsin. Başka zorluklar olabilir. Başka şeylere sıkılabilirsin. Hatta
işte çalışıyor olmaktan sıkılabilirsin en basitinden veya iş sana yetmeyecek,
elinde olanlar da yetmeyecek” . Gerçek bu. Hayat uzun bir yol ve en zengin
dediğimiz, tuzu kuru dediğimiz insanlar bile psikolojik sıkıntılar yaşıyorlar.
En basitinden, her şeyleri tam (kıyafet tam, gençlik tam, partiler tam) ama
tatminsizlik yaşıyorlar. İç huzursuzluğu yaşıyorlar. Adamın milyon dolarları
var ama çok sevdiği oğlu ölüyor ya da mutlu bir evlilik istiyorlar ama
aldatılıyorlar boşanıyorlar, gerçek bir dostları olmadığından yakınıyorlar.
Şöhret dediklerimizin biraz psikolojilerini deşsek, anksiyete problemi, panik
atak, depresyon gibi pek çok farklı sıkıntı bulabiliriz.
“Dine niye dönelim?” diye
sorduğumuzda, cevabı, sıkıntının olması da değil aslında. Tanıdığıma
sıkıntının, bize Allah’ı bulmamız, O’na yönelmemiz için verilebilen bir sınav
olabildiğinden bahsettim.
Sıkıntımız olmasa bile tek başına
ÖLÜM diye bir gerçeğin olması “Ne yani bu varlığım geçici mi? Ne yani bu kadar
çok beğendiğim kendim yok mu olacağım? Ne yani şu tatlı köpeğim ölürse onu bir
daha göremeyecek miyim? Sevdiklerim ne olacak?” sorularını sormaya itmelidir.
Cevabında getirdiklerimiz YOK OLMAK üzerine ise ciddi bir psikolojik çöküntü
yaşatacaktır. Bu çöküntünün sesini duymamak için insan kendisini işle, eğlence
ile, moda ile oyalayabilir. Sadece o enkazın üzerini örter. Dine dönmemizin sebebi
de ölüm diye bir gerçeğin bize sıkıntı vermesi değil tabi ki, bu sıkıntıların
bize hayatı niye yaşadığımızı sorgulatıyor olması dine dönmemiz için sebep. Tek
başına ÖLÜM bile bu sorgulama için yeterli diyorum. Yani, bu yüzden başınızda
görünür bir sıkıntı olmasa bile, sizi bekleyen bir ölüm var, bu sizi rahatsız
etmeli ve düşünün diyorum.
Anlatmak istediğim, dine dönmemiz
için sebep tabi ki de sıkıntımızın olması değil Din, bir hayat tarzıdır,
hayatın her saniyesini kapsayan bir gerçekliktir. Sıkıntıda da, ferahlıkta da
Allah’ı umursamamız gerekir. Çünkü, hayat gelip geçicidir ve gerçek hayatımız
Ahirettedir. Ahirette güzel bir akıbetin bizi beklemesi de ancak, Allah’ı
umursamaktan yani dini önemsemekten geçmekte. Zaten konuşmanın devamında da, bu
size anlattığım tanıdığıma bunları anlatmaya çalıştım. Dedim ki, “Başımıza
gelen sıkıntıları, Allah, kendisine yönelelim diye verebiliyor. Firavun
kavminden bahsettiği ayetlerde bu gerçek var. Bazen de bazı insanlar kötü ile
de iyi ile de yola gelmiyor, Allah da onları zenginlik ile oyalayabiliyor,
tamamen Ahirette onları nimetlere rağmen nasıl Allah’ı umursamaz oldukları
gerçeği ile yüzleştirmek için. Bazen de müminlere de lütuf ve şükür aracı olsun
diye nimet ferahlık verebiliyor. Yani senin iş bulamamaktan sıkıntı duyman,
aslında seni Allah’a yönelten bir unsur olmalı, hayatını sorgulatmalı, başına
geliş sebebi bu olabilir”. Sıkıntı da, ferahlık da, Allah’tandır. Biz sıkıntıda
olduğumuz için değil elbette, hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiği gerçeğine
dayanarak Allah’a bağlı bir hayat yaşamak ile sorumluyuz.
Bu hayatta harika bir işin de olsa,
hayalin süper bir kariyer yapmak da olsa, çocuğunu harika bir insan olarak
yetiştirmek hedefin de olsa, ölüm gelir ve SONSUZA dek sürecek olan bir hayat
başlar. Bu dünyadaki hayatımız ise, onun yanında kısacıktır. Öyleyse, sırf bu
hayat için amaçlar üretmek ve sırf bu hayat için çalışmak, ciddi anlamda
mantıksız olacaktır. Elbette insan bu dünyası için de hedefler üretebilir ama
esas ve birinci hedefi AHİRETTE kurtulmuş bir kişi olmaktır. İşte, Allah’a
Ahirete inanıyorum deyip, umursamayan kişilerin hayatlarında, Allah’ın rızasını
gözetmenin birinci sırada olmaması da büyük bir çelişkidir. Böyle insanlardan
bu yazıyı okuyan varsa soruyorum: bu nasıl Allah’a ve Ahirete inanmak? Sen bunu
söylüyorsun ve hayatında hiçbir şey değişmiyor mu yani? Sırf bu gerçeğin, seni
ve hayatını temelden sarsması ve bu doğrultuda bir şeyleri değiştirmesi
gerekir. Çünkü Ahiretteki tehdit de ödül de çok sarsıcı ve büyüktür, üstelik de
geri dönüşü yoktur.
Bu tanıdığımdan verdiğim örnekte
olduğu gibi, işe girip girmeyeceğini dert edinirken, Allah’ın rızasını
kazanıp-kazanmayacağını, cennete girip girmeyeceğini dert edinmemek, Ahirete
inanıyorum demekle nasıl örtüşebilir? İşe girmen, varsayalım 85’inde ölsen,
senin 60 yılını kurtardı, e peki geriye kalan sayısız 60 yılını ne kurtaracak?
(İşe girersem süper olur diyenler, amaçları hayalleri ne ise, bu örneğin yerine
kendi hayallerini yazabilir… Hadi diyelim sevdiğin çocukla 50 sene mutlu evlilik
sürdün… Diğer sayısız 50 seneleriniz?)
Aklıselim bir insan, bu
umursamazlığın, Ahiretin önemini gerçekten kavrayan bir akılla uyuşmadığını
bilir… Aslında bu insanlar inansa da hala daha Ahiretin önemini ve Allah’a
vermeleri gereken değerin önemini yeterince algılayamamışlardır. İmanları
kalplerine akıllarına tam anlamıyla, iyice yayılmamıştır. Şu ayetin de dikkat
çektiği üzere:
Siz, Allah’a ulaşmayı dilemediniz.
Fakat siz teslim (Müslüman) olduk deyin fakat, iman kalplerinize henüz girmedi.
(Hucurat Suresi, 14.ayet)
Yani görüldüğü üzere, sadece
İslam’a girdiğini söylemek, insanın bu esas amacı için (Allah’ın rızasını
kazanmak için) yetmemektedir.
Bu insanlar, olayın (dirilmenin)
önemini henüz kavrayamamışlardır. Allah’a inanmanın, Ahireti kabul etmenin ne
kadar büyük bir önemde olduğunu idrak eden bir insan, yoluna umursamaz devam
edebilir mi? Elbette hayır. İman, Allah’ı umursamayı ve tüm tavırlarında
hassasiyeti de -iç dünyasında olsun, davranışlarında olsun- beraberinde getirir.
Bu insanlar, içlerinde yalan
söyleyenleri bir kenara bırakırsak, Allah’a inanırlar. Allah’ı umursamadıkları,
haşa O yokmuş gibi yaşadıkları için de Ahiretin önemini anlamazlar ama bazen
Allah’ı anabilirler, hatta Allah’a dua edebilirler. Duaları sadece bu dünya
odaklıdır, Allah’ın rızasını kazanma odaklı değil. Mesela bir ayakkabıyı almak
isteyip şükredenler olabilir içlerinde, bu davranış elbette güzeldir, ama bu
insanların şükürleri ve istekleri hep dünyevi nimeti yaşamak odaklıdır.
Dediğim gibi, Allah’a dua
edebilirler. Dünyalık kaygıları, dünyalık istekleri için… Peki ya en önemli
olan şey için ederler mi? Mesela Ahiretteki akıbetleri için? Hayır… Bakara
201.ayeti okuyun tam da bu konuda. Bir de şöyle bir ayet var:
Kim Ahiret kazancını isterse, onun
kazancını arttırırız. Kim dünya için isterse, ona da ondan veririz, ama onun
Ahirette nasibi yoktur.
(Şura Suresi, 20.ayet)
Ahiretten iyi ve güzeli isteyen bir
kişi, öyle olduğu yerde boş boş durur mu? Tabi ki sadece dua etmekle yetinmez.
Siz grip olduğunuzda, kıyafetlerinizi çıkarıp buzun üstüne yatıp “Allah’ım
gribimi iyileştir” der misiniz? Allah için hiçbir şey yapmamak da, işte kendini
hasta iken buzun üstüne bırakmaktır, yani kendini tehdit içinde bırakmaktır. Sevdiğiniz bir kız var ve onunla evlenmek
istiyorsanız, ondan 1 haber bile almaya çalışmadan yaşar mısınız?
Allah’ın rızasını ve cenneti,
hiçbir şey yapmadan kazanmayı beklemek adil de değildir. Başkası “Ya Rab, ben
seni umursadım, bu ise seni hiç umursamadı” demez mi? Allah affedeceği kulları
elbet, piyangodan çeker gibi seçmez, O’nun her işi bilgi iledir. Bir de bu
bahsettiğim, “Allah var deyip, yok gibi yaşayan” tayfanın bazısında, kalbim çok
temiz iddiası vardır ki, Allah bu iddiayı “kendinizi temize çıkarmayın” diyerek
Kur’an’ında yerle bir etmiştir. (Bkz: Necm 32)
Bakın şu ayet, Allah’a kavuşmayı
unutanlardan bahsediyor, bakın “Allah’a kavuşmayı reddedenler” demiyor,
unutanlar diyor…
Onlara denildi: “Bugün sizi
unutacağız, sizin bu güne kavuşmayı unuttuğunuz gibi” (Casiye Suresi, 34.ayet)
Benzer bir örnek ayet daha:
(Hesap gününde) Der: “Rabbim, beni
neden kör olarak dirilttin? Ben gören biriydim” Dedi: “İşte böyle. Sana
ayetlerimiz geldi, fakat sen onları unuttun. Aynı şekilde, bugün de sen
unutuluyorsun” (Taha Suresi, 125 ve 126.ayetler)
Ne diyeyim, Umarım Allah’ın
izniyle, bizler bir an bile Allah’ı unutmayan, hayatımız boyunca daima,
attığımız her adımda, her işte Allah’ı hatırlayan, kötülüğe doğru yönelecek
gibi olan benliğimizi anında gerçeklerle güzelliğe yönelten, her işinde Allah’ı
umursayan kişiler oluruz…
Yazıda bahsettiğim tanıdığıma
gelince, kendisi umursamadı ve umursamamaya devam ediyor… Bu bahsettiğim
tarzda kişilerin bazısının, dikkat etmeliyiz ki münafık (aslında inanmayan)
olması mümkün ve inanıyorum demelerine rağmen İslam aleyhine fitne yaratmaya
çalışırlar. Bazısının tavırları ise, aslında münafık olmamalarına rağmen
münafık gibi olabiliyor. Ayrıca şu sitede de yazılarımın tümü mevcut: http://www.allahateslim.com/
Sevgi ve esenlikler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder