11 Temmuz 2015 Cumartesi

''Dünyaya Gelmeyi Ben İstemedim''ci Ateistlerin Ahlak Anlayışının Tutarsızlığı


Daha önce ‘’Ahlaki anlayışı Allah belirler, neden?’’ diye bir yazı yazmıştım. Yazıda anlatmak istediğim Allah yoksa bir şeyin gerçekten iyi mi ve ya kötü mü olduğunu kendimizce belirleyemeyeceğimizdi. Dahası Allah yoksa bir şeyin iyi ve ya kötü olması da manasız olacaktı. 

Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayacak olursam, bazı ateiste göre ensest ilişki çok tiksindirici, iğrenç bir olaydır. Bunu yapanlar sapıktır. Bunu vicdanlarına kabul ettiremezler. Oysa Allah yoksa, bir insanın annesi ile cinsel ilişki yaşamak istemesine, bunu yapmasına ahlaken yanlış  denilemez. Ateist Profesör Lawrence Krauss bir konuşmasında ensest ilişkinin pek tabi mümkün olduğunu, bu ilişkiyi iğrenç, çirkin, yanlış kılacak hiçbir gerekçenin olamayacağını söylüyor. Aslında Allah yoksa, gerçekten de bunun yanlış olduğunu belirleyecek hiçbir kanıt, gerekçe olamaz. Kimine göre iğrenç gelebilir, kimi bunu kendince onaylamayabilir ama hiçbir zaman bunu yapılabilir görene de geçerli hiçbir şey söyleyemez. İnsanın kararlarında özgür olduğunu iddia eden ateistler, ensest ilişki yaşayanlara saygı duymak zorundadır. Her ne kadar kendilerine bu mide bulandırıcı gelse de.

Bir de, bir fiilin geçerliliğini, farkındalık düzeyleri düşük hayvanların davranışına göre tartmaya kalkanlar var. Örneğin hayvanlarda eşcinsellik görülüyor diyip eşcinselliği meşrulaştırmaya çalışıyor bazıları. Bu tarz insanlar da insan gruplarında da -hayvanlarda olduğu gibi- her zaman ‘’güçlünün galip gelmesi, güçlünün otoritesinin kabul edilmesi’’ ilkesini onaylamalıdırlar. Buna göre fiziken güçlü bir erkekte fiziken kendinden zayıf bir kadına ‘’çoğalma, tatmin olma’’ gerekçesi ile tecavüzde bulunduğunda ‘’neslimin devamını düşünüyordum’’ demesi de kendi ahlakınca doğru olacaktır.

Ateistlerin paylaşımlarını, çalışmalarını arada sırada takip ederim. Onların yaptıkları itirazları gördükçe okudukça üzerinde düşünüyorum bu da benim imanımı oldukça arttırıyor.

Ateistler bir paylaşımlarında Tanrı’yı sevgilisini tehdit eden bir erkeğe benzetmişler. Verdikleri örnek şöyle : Tanrı ‘’benden ayrılmakta özgürsün. Fakat benden ayrılırsan seni öldürürüm boğazını keserim. İstiyorsan ayrıl’’ diyen maganda bir sevgiliye benzer. 

Onların bu düşüncesine göre Tanrı ‘’bana inanmamakta özgürsün ama eğer ki inanmazsan seni cehenneme atacağım’’ demekle tam da bu maganda sevgili ile aynı kafadadır.

Bu benzetmelerinin ne kadar mantıksız olduğunu anlatmak istiyorum.

Öncelikle ‘’cehennem’’ denilen bir yerin varlığına pek çok ateistin hoşnutsuzlukla baktığına şahit olmuşuzdur. Oysaki iğrenç bir tecavüz haberi duyduğumuzda pek çoğu sapıklara vahşice cezalar uygulanmasını talep ediyor. Bu taleplerinde oldukça haklılar. Fakat pek çok sapık da tutuklanmamakta, adalet sistemi zayıf yerlerde rahatça gündelik yaşamlarına devam etmekte. Oysa Allah cehennemi yaratarak öncelikle pek çok zalimi cezalandıracaktır. Masum sivillere acımasızca soykırım uygulayan komutanları, insanların evini basıp kadınlarına tecavüz eden zorbaları, çocukları umarsızca döverek öldürenleri, Işid gibi Allah’a iftira atarak yığınla haksızlık yapan grupları ve daha nicelerini…

Aslında böyle düşündüğümüzde cehennem, vicdan sahibi insanlara göre müthiş bir uygulama olmalıdır. Fakat ateistlerden ‘’Allah varsa ne güzel işte bu sapık cezalandırılır’’ gibi bir düşünce duyamıyoruz çünkü hemen ardından, Allah’a inanmayanların da cezalandırılacağı gerçeği akıllarına geliyor. Bu da haliyle hoş olmuyor onlar için.

Peki, Allah’a inanmamanın kötü bir karşılığı olamayacağına, başta anlatmaya çalıştığım gibi kendimizce belirleyemediğimiz ahlak anlayışı ile nasıl varabiliriz? 

Görüldüğü gibi ateizm, tutarsız bir ahlak anlayışı getirir.

Allah’a inanmayan kişilere baktığımızda, kimilerince pek çok kişiyle evli olmadan zina edersen bu iyidir. Uyuşturucu kullanmak iyidir. Evli çiftlerin birbirinden gizli cinsel kaçamak yaşaması kabul edilebilir, hatta eş üzülmesin diye ondan saklanabilir, ne var ki, bir anlık cinsel bir zevkti. Hatta kimilerince eş değişimi yapılarak eğlenilebilir. Kimilerince ise tüm bunlar kabul edilemez.

Allah inancının olmadığı, Allah’a inansa bile yeterince ona bağlılık göstermeyen biri öncelikle güvenilemezdir. (Mümin kelimesi ise ilginçtir ki güvenilir anlamına gelir). Kendi çıkarı için kişi yalan söyleyebilir. Eğer zor bir duruma düşmekten onu kurtarıyor fakat başkaları ‘’salak’’ yerine konuyorsa kişinin çıkarı söz konusuysa neden söylenmesin ki? Yalancı kişinin ahlak anlayışına göre öncelikle kendinin zor durumda kalmaması daha uygun olabilir. Zaten ateist bir bakış açısına göre bir insanın yaptığının iyi ve ya kötü olduğuna nasıl karar vericeğiz?

Gördüğünüz gibi ateist bakış açısıyla tutarlı bir Ahlak anlayışı oluşturulamaz. Fiiller kişinin vicdanına göre değişir ve kişiler vicdansız da olabilir. Bu tutarsız Ahlak anlayışına sahip bir toplum bir o kadar da yaşanması zor bir toplum olur. Dahası ateist bakış açısıyla bir fiilin-düşüncenin doğru ya da yanlış olduğuna hiçbir zaman kesin bir yanıt veremediğimiz gibi, iyi ve ya kötü olması da manasız olacaktır.

Dahası biz ensest gibi bir olayda bile bunun yanlışlığı hakkında karşılıklı çatışmalara düşüyorsak Allah’a inanmamanın iyi bir insan ya da kötü bir insan demek olduğuna hangi yeterlilikle cevap verebileceğiz?

Gelelim yukarıda alıntıladığım örnekte olduğu gibi Allah’ı maganda bir sevgiliyle eş kefeye koyabilir miyiz? 

Bir yanda Yaratıcı var ve yarattıklarına kim olduğunu, amaçlarını, ilerisini bildiren bir İlah var; diğer yanda bozguncu bir insan. Bir insanla, yarattığını uyaran bir Yaratıcı’yı  ve ikisinin tehdidini eş seviyeye indirgeyebilir miyiz? 

Allah, yarattığına kötü fiilleri uygulamayı yasaklamış. (İnsanları öldürmek, bozgunculuk vs) Bunları yapmazsa da cezalandıracağını bildirerek yaptırım uygulaması toplumların dünya yaşamındaki huzuru için de iyi bir şey değil mi? Bütün bir toplum Allah’a inansa ve onun getirdiği ahlak kurallarına sımsıkı bağlı olsa, müthiş bir huzur/barış ortamı sağlanacaktır.Üstelik Allah’ın insanlara iyi ve ya kötü biri olduklarında başına gelecekleri bildirmesi de onun merhametini gösterir.

Tehdidi kötü kılan nedir? Tehdit dediğimiz şey her zaman kötü bir şey de olmaz aslında. İyi bir yaptırıma hizmet edebilir.

Bir patron belirlediği işlerin hepsini yerine getiremezse çalışanını maaşını azaltmakla tehdit edebilir. Bu o patronu gözümüzde kötü bir patron mu yapar? Pek çok kişi işyerindeki işlerin yürümesi için bu yaptırımı doğru bulur.  Ödevlerini yapmazsa çocuğunu harçlık vermemekle tehdit eden bir anne, çocuğunun kötülüğünü mü düşünür?
İnsanlara sormalı; kimileri cennete layıkken, sen neden cehenneme layık oluyorsun? Şu geçici yaşantında Allah’ın kurallarına uy o zaman. Kendi belirsiz ahlak anlayışına uyup, geçici mutsuz yaşantına kapılma. 

Evet, Allah insanı kendine ‘’kulluk etmesi’’ gerektiği konusunda mecbur tutar. Buna icabet etmeyeni de cezalandıracağını bildirir. Kimine kulluk etmek ağır gelir, Yaratıcı’ya kafa tutar, onun koca bir evrendeki kudretini takdir edemez, Allah’ın otoritesi hoşuna gitmez, aciz bir kimlikle Allah’a meydan okur. Allah’ın bizim üzerimizdeki yetkisinin; bir okul arkadaşımızın, ailemizin vs sahip olduğu haklarla aynı olduğunu kim söyledi ki?

Allah ile olan ilişkiyi diğer insanlarla ilişkilerde olan beklentilere benzetmek, kişinin kendi sorunudur. Allah her hangi biri değil. Annemiz, babamız, patronumuz, sevgilimiz, çocuğumuz, komşumuz, devlet başkanımız değil. Gır gır şamata yaptığımız arkadaşımız hiç değil. Öncelikle Allah’ın konumunu otoritesini anlamak ve yetkilerini kabul etmek gerekiyor. Onu bir baba hoşnutluğunda, bir arkadaş hoş görüsünde aramak, Allah ile olan ilişkimizi bu ilişkilerle eş tutup kıyaslamaya kalkmak oldukça komik olacaktır. Allah en büyük otoritedir. Efendimizdir. Hoşa gitse de gitmese de…
Allah insana istemediğini bile yaptırdığını ispat etmektedir. Mesela yemek yeme zorunluluğu, tuvalete çıkma gibi zorunluluklar koymuştur yaşamımızı sürdürmemiz için. Hangi annenin, arkadaşın gücü bizim vücut sistemlerimize bir yaptırım uygulayabilir? Allah isterse bir hücreyi canlı tutar, isterse kanser eder. Allah isterse bir şehri yıkar, isterse o şehri korur. İnsana düşen onun emirlerine boyun eğmektir. Onun tüm insanlardan, tüm güçlerden büyük olduğunu, her şeye gücü yettiğini kabul etmektir.

İnsan kendini bilmezken kendini dünyada bulan biridir.
”Bu dünyaya gelmeyi ben istemedim ki, beni neden imtihana tutuyor. Bunu ben seçmedim.” şeklindeki itirazlar tam da bu bahsettiğim sebeplerden ötürü yersizdir. Biz istesek de istemesek de bizi dünyaya getiren, var eden Allah. Evet, bunu bizim isteğimize göre yapmadı, nedeni ise O’nun Allah olması. Her şeyi bizim isteklerimize göre yapmak zorunda değil. Otorite olan O, boyun eğmek kabul etmek zorunda olanlar ise biziz. Ve o kadar şanslıyız ki, Allah’ımız şükür ki kötü bir İlah değil. Bize kötülüğü vaad etmiyor. İyiliği vaad ediyor.

Eğer bu dünyaya gelmeyi ben istemedim, o mecbur kıldı diyen varsa, bu zaten Allah’ın otoritesini, bizim üzerimizdeki yaptırımını gösteren bir delildir. Biz istemesek de eğer dilerse bizi cehenneme de koyacaktır-Allah korusun- İşte bu da O’nun üzerimizde her şeyi yapabilecek güçte olduğunun göstergesidir. Allah’ı sevmek gibi aynı zamanda O’na saygı duymak, boyun eğmek, kulluk etmek gerekir. O’ndan başka hiçbir şeye tapınamayız bu yüzden, çünkü O’nun otoritesine sahip olan başka hiçbir şey yok.

Sevgili insan; İşte Allah’ın gücü otoritesi budur, sen yaşamak istesen de istemesen de, o seni var etmiştir. Biraz aklını kullansan, kibrini kenara bıraksan mutlu umutlu bir yaşam seni bekleyecek ama sen tam tersi peşindesin. Geçici bir dünyada, göstermelik heyecanlar, kısa süreli hırslar peşinde… Bu dünyaya böylesi küçük bir pencereden bakmak ve sonuçlarına katlanmak da senin bileceğin iş… 

Bu konu hakkında daha önce yazdığım başka bir yazı: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/05/ahlaki-anlays-allah-belirler-neden.html 




Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

http://www.allahateslim.com/

7 Temmuz 2015 Salı

Orucun Manası Açların ve Yoksulların Halinden Anlamaktan, Sağlıklı Olma Arayışından Çok Daha Ötedir!




Her Ramazan ayı geldiğinde orucun manasına dair konuşulmaya başlanır. TV programları, sohbetler, yazılar yayımlanır. Bir de sağlık sayfalarında orucun vücuda sağladığı biyolojik yararlar hakkında demeçler yer alır. Orucun en büyük manası hatta sanki tek manası açların ve yoksul insanların halinden anlamak olduğuna dair konuşmalar yapılır. Öyle ki ‘’neden oruç tutuyoruz?’’ diye sorulduğunda internet ortamında da görebileceğimiz gibi açların halinden anlamak cevaplar arasında en başta.
Elbette tüm gün boyu Allah’ın verdiği onca güzel rızıktan, tertemiz sudan uzak kalan ve güçsüz düşen insan; bu nimetler için Allah’a daha fazla minnet duyup şükredebilir. Bu güzel tatlardan fakirlerin de daha çok yararlanması için bu insanlara daha fazla yardım etmeyi kendine hatırlatabilir.

Bana sorarsanız; orucun manası tüm bunlardan çok çok daha ötedir. Tüm sene boyunca yoksul kimselerle empati yapmayan insan; tüm gün aç susuz kalır ve iftarında en leziz gıdaları almak için hazırlanır. En güzel tatlılar, meyveler, içecekler, yiyeceklerle sofrasını donatmaya çalışır. Oysa yoksul pek çok insan Ramazan ayı dahil koca bir sene tüm o meyvelerin çeşidinden, o leziz tatlılardan, çeşit çeşit içecekten mahrum kalır. Ramazan ayında da pek çok kişi yoksul kimselerle tam anlamıyla empati kuramaz, hatta israf eder, gene yeterince zekat vermez, yoksulu öyle pek de doyurmaya da çalışmaz… Zaten Müslümanım diyen pek çok kişinin de Allah’dan sakınmak için ne derece çaba gösterdiği de tartışılır.

Orucun açların halinden anlamayı sağladığına dair konuşmalar bir yana; orucun aslında çok daha başka büyük bir manası vardır. O da : Allah’a itaattir.

Orucun sağlığa faydalarına dair demeçler bir yana, orucun vücuda çok büyük zararları da olabilirdi. (Sağlıklı bireyleri sağlık açısından çok büyük bir zahmete- zarara da sokmaz oruç. Güçsüzlük, halsizlik yapar gün içerisinde.) Oruç, gerçekten iddia edildiği gibi vücuda detoks etkisi sağlıyor mu, vücut organlarını dinlendiriyor mu bilmiyorum. Yalnızca şunu biliyorum ki eğer samimi bir Müslüman orucun vücuda bir yararı olmasa da oruç tutar. Biz orucu ‘’vücuda yararlıdır’’ inancıyla tutmuyoruz. Çünkü oruç, ‘’Rabbim sen neyi emredersen kabulümdür’’ demektir. Kainatın Yaratıcısına boyun eğmektir. Onun, üzerindeki otoritesini kabul etmektir. O, yeme dediği için yememektir.

Tüm gün susuz kalıp, akşama doğru daha da güçsüz kalmanın mantığını anlayamayanlar; ‘’bunun da bedene ne yararı var?’’ diye sorup fiziki faydayı oruca sebep olarak isteyenlerin atladığı önemli bir mantıki neden var. Biz zaten orucu sağlıklı olalım, bedenimize fayda sağlasın, organlarımız dinlensin, detoks olalım diye tutmuyoruz. Biz orucu Allah öyle emrettiği için tutuyoruz. Orucun mantığı da, Kainatın Efendisi’nin emrini o emrettiği için uygulamaktır. Yeme dediği için, saatlerce yemek yemez miyiz? İşte budur imtihanımız. Başka kimse bize eşimiz dahi saatlerce su içme dese elbette onu kale almayız.

Allah’ın emrine boyun eğmeyi, O’nun üzerimizdeki mutlak otoritesini kabul etmeyi idrak ve ispat etmek için oruç tutuyoruz. 

Afrika'da yemek bulamayan içecek temiz bir su bile bulamayan insanlar var. İnternette de bir deri bir kemik kalmış neredeyse açlıktan ölecek çocukların fotoğraflarına denk geliriz. Elbette saatlerce yemek ve sudan mahrum kalan insan, afrika'daki bu çocuklarla empati kurmaya çalışabilir, böyle empati kurmaya da bu ibadetin katkısı olabilir. Ama dediğim gibi, Kur'an'a göre orucun amacı eşittir aç insanlarla empati kurmak değildir. Eğer öyle olsaydı Allah oruçlu iken "aç kullarımın halini düşünerek oruç tutun" gibi emirler buyururdu. Tüm gün boyunca, aç kalan insanların halini düşünmeden tuttuğumuz oruçlar da olmuyor mu? Oluyor. Şahsen benim oluyor. Dediğim gibi ille de aç insanların varlığını düşünün gibi bir emir yok ki, orucun tek anlamı bu olsun, elbette süreç içerisinde mantıki olarak "Allah bize rızık vermese böyle oluyoruz demek ki" gibi düşünceler oluşturuyor olması beklenen şeyler, bu tarz empati durumları ancak orucun yan anlamı olabilir. Tüm gün o aç insanları hatırlasak bile akşam olunca yiyeceğimiz leziz yemeklerin planını yapıyoruz çoğumuz. Bir aksilik olmazsa Allah izin verirse, o leziz yemekleri yiyeceğimizi bilerek sabrediyoruz, gözümüze akşamki sofrayı getiriyoruz. Afrika'daki aç insanların ise böyle bir dayanakları yok. Oruçlu süreç içerisinde birkaç saat sonra oturacağı leziz sofrayı planlayan insanla o insanların içindeki durum aynı olabilir mi? Tabi ki hayır. Günümüzdeki imkanlarla neredeyse açlıktan ölecek halde olan insan topluluklarının olduğunu fotoğraflarla görüyoruz. Peki her çağda her müslümanın bunu görme imkanı olmuş mudur? Her müslümanın bizim gibi elinde internet bağlantılı telefonu mu vardı ki? Ömrümüz boyunca pek çoğumuz yüz yüze bir deri bir kemik kalmış tamamen aç kalmış insanlara rastlamıyoruz. Yüz yüze kaçınız böyle bir insana rastladı? Şahsen ben rastlamadım şuana kadar. Belki de ömründe haliyle bu tarz bir şeyle karşılaşmadığı için tamamen aç insanların varlığını aklına getiremeyip oruç ibadetini yerine getiren müslümanlar oldu. Belki bazıları Afrika'daki aç insanları değil ama ananelerinden duydukları savaşta aç kalan insanları düşündü. Çevremizde kötü halde olan yoksul insanları görüyoruz ama onlar bir deri bir kemik halde değiller. Tamamen aç insanlar ile yoksul insanlar arasında da görüldüğü üzere kısmen de olsa farklar var. Orucun bir diğer anlamı, bizim kadar çeşitli leziz gıdalara erişemeyen daha kısıtlı imkanlarla karnını doyuran yoksul kesimi anlamak olsaydı; neden oruç yoksullara da emredilsin? Yoksul zaten yoksul, oruç tutarak kiminle empati kuracak? Bizler en sevdiğimiz tatlının siparişini verirken, onlar bu tatlılara belki kaç ay erişemeyecek bile. 

Zaten samimi bir Müslüman, Ramazan ayı dışında, her yediği besin için Allah’a şükreder. Her yemeğimize başlarken Allah’ı anmamız zaten Kuran’ın bir emridir. (Bkz: Enam 118.ayet) Müslüman kimse her gün bunun bilincinde olarak şükreder ve tüm koca yıl boyunca yoksul kimseleri hatırlar, onlara yardımda bulunur. Yoksul insanların bizlerle aynı imkana sahip olmadıklarını hatırlamak için illa oruç tutmamıza veya Ramazan ayını beklememize de gerek yok. Elimizde tatlımız varken, o tatlıyı yiyemeyen bir sürü çocuk olduğunu, o tatlıyı evindeki ailesine götüremeyen insanlar olduğunu düşünmemiz de bir hatırlamadır. İnsan empati kuracaksa illa aç kalarak değil, iyice düşünerek de bir nebze olsun empati sağlayabilir. Allah Kur'an'da rızık veren özelliğini çok defa hatırlatıyor, her yediğimiz gıdada, Rabbimiz bize o gıdaları göndermese ne halde olacağımızı düşünmemiz de bize bir nebze hatırlatma yapar. Yani bu tarz şükür duygularını hatırlamak için ille de Ramazan'ı beklemeyelim. Elbette Ramazanın da bize kattığı düşünce imkanları var. Allah rızık vermese ne hale geleceğini fiille kendisine kanıtlayan insan, iftar vaktinde Allah imkan verdiyse tüm o leziz nimetlerden tadar, gücü yerine gelir. Allah’ın bir süreliğine koyduğu geçici yasaklar kalkar. Bence Ramazan ayının en güzel yan katkılarından biri de "Allah rızık vermese ne hale geleceğimize şahit olmaktır". 

Hastaya, yolcuya zaten zorlama yoktur. Tutulamayan gün sayısınca başka günlerde oruç tutularak borç ödenir; Allah böyle bir kolaylık da getirmiştir. Orucu bozunca şu kadar gün tutmak gerekir vs gibi uydurmalar Kuran dışıdır. Gerçek değildir.

Allah bu ibadeti emrettiğine göre ‘’ay ben zorlanırım o yüzden tutmiyim’’ gibi bahaneler yersiz olur. Çünkü Allah insana taşıyamayacağı hiçbir yük yüklemediğini Kuran’da bizlere bildirmiştir.

Allah Var blogu ile ortak sitemizi inceleyebilirsiniz.


6 Temmuz 2015 Pazartesi

Semud Kavminden Alınacak İbret ve Ahiret Odaklı Yaşamanın Güzelliği

Hayatta gördüğümüz pek çok insanın en büyük dertlerinden biri rahata ermek, nimetlenmek, eğlenmek, eğlence peşinde vakit geçirmek, zenginleşmektir. Delicesine işe gidip gelen, sınavlarına çalışan öğrencilerin derdi rahata ermektir. Rahata ermekten kastım, en önce geçimini rahat bir şekilde sağlamak, maddi hiç bir sıkıntı çekmemektir. Lüks yaşamak, tatile çıkabilmek, en gözde mekanlarda yiyip içmek, en pahalı markalardan giyinebilmek, istediği arabaya sahip olmak pek çok kişinin hayalidir.


Oysa unutulan, hatırlansa da tam olarak kavranmayan, belki inanıp üzerinde hiç düşünülmeden geçilen koca bir gerçek vardır, o da Ahiret.
 
Bazıları okuldaki bir sınav için oruç tutmaz, bu da geçerli bir sebep olarak görülür. Peki dünyada girilen sınavlar Allah’ın imtihanından önemli midir? Elbette hayır. Müslümanım diyip oruç tutan insanlardan bile bu tarz tavırlar görüyorum. İşte bunun sebebi; yeterince Ahiret gerçeğini kavrayamamaktır. Dini, bir gelenek olarak yaşatmak, kültürel bir değere indirmektir. 
 
Başka zamanlarda sizi namaz kıldığınız için takdir edenler, bir tanıdığınızın düğün günü namaz kılsanız, bugün düğün günü, makyajımız yapılacak namaz mı kılınır, diye tepkiler verir. Günlük boş bir eğlence arayışı için Allah asla hatırlanmaz, Allah’ın kesin uyarılarının ciddiyeti kavranmaz.
 
Malesef insanlar Kuran’ı anlayarak okumadıkları, Allah için din için yeterince kafa yormadıklarından Allah’ı ve dinini birinci plana koyamıyorlar.
 
Yeryüzünde herkes Allah’a gönülden bağlı olsa, Kuran’ı tasdik edip uygulasa şu dünyada bizi rahatsız edici sıkıntılar minimum düzeyde olurdu. Belki bir hastalık, belki soğuk hava bizi rahatsız ederdi ama emin olun bizi strese sokan, rahatsız eden pek çok faktör neredeyse ortadan kalkardı. Allah’ın indirdiği kitapla hükmedenler doğaya da değer vereceğinden o müthiş leziz gıdaların, temiz havanın yapısını kimse bozmayacak ve büyük ölçüde kötü hastalıkların önüne geçilecekti. Aralarında maddi uçurumların olduğu bir halk olmayacak, herkes maddi açıdan daha iyi standartlara ulaşacak, dayanışma kardeşlik ortamı olacaktı. Dolayısıyla bugünkü o çetin stresli kaygılı maddi sorunlar, maddi mücadele bu denli yıpratıcı olmayacaktı. 
 
Demem o ki, insanlar hem Allah’ın kurallarına göre yaşamıyor, hem Allah’ı takmıyorlar, bunu da şu kısacık dünya hayatı için yapıyorlar ama Allah’ı umursamadıkları için şu dünya hayatını da kendilerine zehir ediyorlar. Yani insanlar eğlence için Allah’ı görmezden gelirlerken aslında daha rahat, huzur dolu, gerçek mutluluğun olduğu hayatı kaybetmiş oluyorlar.
 
Daha rahat bir dünya hayatı sürmek için duyulan kaygı, Ahiretteki yaşam için duyulan kaygıdan daha büyük ne yazık ki. Daha da vahimi, bu durum Allah’a inanıyorum diyen insanlarda da çok sık görülüyor. Bu da onların inançlarında yeterince samimi olmadıklarını gösteriyor. Allah’ı yeterince umursamıyorlar, ”Allah ya benden razı olmazsa?” diye bir endişe duymuyorlar.
 
Ahireti dünya için satarken aslında heba oluyorlar. Ahirete karşılık şu dünyayı tercih etmek ne kadar vahim değil mi?
 
İşte Allah Zariyat Suresinde Semud Kavminin başına gelenleri hatırlatarak bizlere ibret dersi veriyor.

Semûd’da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: “Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin.”  


Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı.  


Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu. (Zariyat Suresi, 43, 44, 45)
Hala yiyip içip eğlenerek, dünya nimetleri peşinde koşarak; Allah’ı, dinini, Ahireti görmezden gelenler bu yazıyı okuyorsa bir kere daha düşünsün derim. Dünyalık hatalara düşen kardeşlerimin de anında silkelenmelerini temenni ederim. 


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.